Apr 30, 2010

this is not happiness ya da bu şehir yaşanılır değil

Bu başbakan benim başbakanım değil.
Bu cadde benim cadde benim caddem değil.
Bu köprü benim köprüm değil.
Bu yıkım benim yıkımım değil.
Bu bulvar benim bulvarım değil.
Bu başbakan benim başbakanım değil.
Bu af benim affım değil.
Bu başbakan da benim başbakanım değil.
Bu cumhurbaşkanı benim cumhurbaşkanım değil.
Bu milliyet benim milliyetçiliğim değil.
Bu dönüşüm benim dönüşümüm değil.
Bu bina benim binam değil.
Bu baraj benim barajım değil.
Bu yol benim yolum değil.
Bu köprü benim köprüm değil.


Sürekli rahatsız olduklarımızla çevrili bir şehirdeyiz. Karşı gelen, baş kaldıran insanlar da değiliz. Bağırıp çağırmak sanki 10 senedir üniversiteden mezun olamayan solcuların işi, baktıkça "yazık" diyoruz. Politik olandan soğuyoruz. Her seferinde birilerinden rahatsız olup, oturduğumuz yerden, klavye üzerinden saydırıyoruz. Sürekli %10'a takılıyoruz. Facebook gruplarına üye oluyoruz.
Şimdi köprü bu sefer yeri yurdu belli bir gerçeklikle gündemde.

Bir bakan kendini köprü yapıp orman talan etmeye, diğeri Hasankeyf'i su altında bırakmaya adadı kendini. Köprünün yapılmayacağına inandım ben aslında. Neden bilmiyorum.
Bu sefer çabalayacağımıza inandığımdan mı?

further reading (bunun güzel Türkçesini bulan beni bulsun): Üçüncü köprüyü yaptırmamak için ne yapmalıyız?

Hıdrellez

Üç senedir Tarihi Yarımada'da Hıdır Amca'yla göbek atıyorum. İlkinde Susam'da gerçekten baygın bir şekilde otururken Gizem'in "Böyle de bir şey varmış, bi bakalım." demesine istinaden, gerçekten çok baydığımız için kendimize bir şans vermek adınaydı. Gerçekten hepimiz için hayret verici bir olaydı. Hayatımda oynamadığım kadar oynadım ve eğlendim belki de. Dileğim de gerçekleşmişti zaten. O sene Hıdrellez yolun deniz olmayan tarafındaydı.

İkinci sene ilk senenin gazıyla gittik, bu sefer önceki sene gelmeyen ve bin pişmanlarla onların arkadaşları da geldiği için hareket kabiliyetimiz bile kısıtlanmıştı. Her yerde en önden konser izliyor gibiydik. İstesem de oynayamazdım.
Geçen yani benim için üçüncü sene, deniz tarafındaydı. Bir sürü aktivite vardı. Belli ki belediye kendine pay çıkarmıştı. Çok daha geniş bir alan. Ama önceki senelerin köşeyi döndüğünde karşına çıkan sanatçılarından uzak bir panayır ortamıydı. Yine de hakkını yememek gerek.
Hepsinin eğlencesinin ortak elemanı şuydu: Romanlar.
Çaldıkları müzikler, oyunları ve çoklukları Hıdrellez'i eğlenceli kılandı. Onların yarattığıyla belediye takdirini de toplamıştı.
Şimdi Sulukule'yi yok ettiler, kabul edeni Taşoluk'a yolladılar, barınamadılar. Diğerleri dağıldı. Artık hep beraber Sulukule'de yaşamıyorlar.
İsterdim ki topyekün protesto etsek ve gitmesek. Ama biliyorum ki mümkün değil, o yüzden ben de dağa küsen tavşan olmuyorum. Zaten biz etsek Romanlar etmez, biraz garip oldukları doğru.
Her ne ise, Romanlar oraya gelebilirler umarım.
Ama AKP sen yüzsüzsün, hep yüzsüz kalacaksın.

Fotoğraflar: hıdrellez.org

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 25, 2010

avşar kızı bi tane değil.

helin avşar ben bilmeyeli ayşarman olmaya karar vermiş.

bugün bi özlem savaş röportajı gördüm.

şunu soruyor:
intihar etmenizin esas sebebi neydi?
canım

Apr 23, 2010

rte

senden adam olmaz. şu dakikadan sonra ananı da alsan gelsen beni istesen sana günahımı bağışmam bilirsin.

şöyle bir haber okudum geçtiğimiz günlerde:

''Erdoğan'ın katıldığı bir televizyon programında Başbakan'a sorulan sorulardan biri Türkiye'de binlerce genci ilgilendiren bedelli askerlik üzerineydi.

Bedelli askerlikle ilgili çok sayıda mail geldiğinin belirtilmesi üzerine Erdoğan, şu yanıtı verdi:

"Bu mailleri bence bir klasöre koysanız da bunu Silahlı Kuvvetlere gönderseniz çok isabetli olur veya Milli Savunma Bakanlığımıza. Milli Savunma Bakanı'mız ve Genelkurmay Başkanı'mızla bu konuyu tekrar, bir daha müzakere ederiz."

interneti bi anlayamadı bu adam. mailleri klasörlerde mail atın mı der yoksa gönderdiğiniz mailleri basın ve birarada gönderin mi anlamadım. youtube kapalıyken de obama'ya video gönderip "ben giriyorum" da demişti o yüzden ilkini beklerim. ama ikincisiyse madem maile inanmıyosun o zaman neden mailleri klasöre koyduruyosun be badem bıyık?

neyse bu da böyle tarihe geçsin.

önce asuman dabak'tan başlicam. bu kadın jefferson'ların türk halinde oynamıştı, herkes hayrandı-k. sonra siz bilmezsiniz muhtemelen "itirazım var" diye bir programda sunuculuk yaptı. baya yalan dolan bir programdı ve ondan sonra daha yalan olanı çıkmadı ama ben çok müptelasıydım. neyse asuman zaten dandik bir insan olduğunu o programda kanıtladı.

geçenlerde asuman dabak, hülya avşar'ın programındaydı. bu hülya avşar, rte'ye de oy verdi zaten türkiye'nin başına gelen en güzel kadın ama en komiği galiba. neydi o futbolcunun adı, ibrahim toraman mı? ibrahim toraman bile değilken kendini messi sananlardan. hatta yakında mesihim de diyebilecek bi insan. biri çıkıp yavaş yavaş "sadece güzelsin, uzatma" dese de kendi de rahatlasa, zorlamasa. neyse program arka plandaydı nasıl geldiler oraya bilmiyorum. hülya avşar yeteneğinden bahsediyordu herhalde ve istediği an ağlayabildiğini anlatıyordu. keza ben hülya avşar'ın hiç bi güzel hücresinde yetenek göremediğimden kulak kesildim. "valla ağlıyorum istediğimde, herkes çok şaşırıyor.", "aaaa çok şaşırdım, herkes yapamaz biliyorsun."lar dönüyor ortada ben diyim yarım saat, gerçeği olsun 3 dk. sonra tabii ki uygulama süreci başladı. hülya avşar, gözlerini dikti bi noktaya. şurda "aaaaabiiiiii" demek istiyorum o derece hisliyim bu konuda. ilkokulda yapardım ben ya. dikerdim gözlerimi kıpırdatmadan, sulanırdı. bu yani olay. büyük oyuncu böyle ağlıyomuş. annem de benimle aynı durumdayımış o an "yuh onu ben de yapsam, gözlerim sulanır." dedi kadıncağız. böyle de bi skandal ama pek farkedilmedi. kayıtlara geçsin istedim. sonra asuman dabak da bence kitlendi ama tabi "aaa, çok ilginç, valla da ağladı kadın." dedi. hülya ise gözleri yaşlı gururla gülümsüyordu.

Apr 22, 2010

ciddiyim

ben senede 3 5 kere sinemaya gidiyorum, onun da %90'ı üç boyutluysa ve gittiğim diğer bütün filmler emek'teyse ben leş miyim? yani yıkılmasın diyenler "ne olursa olsun yıkılmasın" mı diyor yoksa "ben gidiyorum ve seviyorum" diye mi? ben "ikisi de"yim ama bu muhabbetler beni bi kıllandırdı. kendimi tarlabaşı'nda takılıyomuş gibi hissettim.

Posted via email from enola is seriously gay

perşembeden bozma cuma mottosu

Live Now

bu live now isimli Eric Smith projesindenmiş. bir yabancı karışık ilüstrasyon toplama projesi. kanser tedavisi sırasında hayata bağlanmanın sonucunda istediği hayata bağlama gayesiyle sanat, edebiyat vs üzerinden iletişim kurma projesiymiş. daha iyisini benim okuduğum yerden:

granedit amcaları kim bu diye artık benim bloguma giriyor

ya da proje anasayfasından:

buyrun.

Rem the other koolhaas

mimarizm'de gördüm rem koolhaas'ın yeğeni ayakkabı tasarımına girmiş bir mimarmış. adı da zaten rem d koolhaas. rem dı other koolhaas.

şu modeli görmediydim, öbürlerini görmüş idim.

Posted via email from enola is seriously gay

Artık şunu demeyin

Sene 1998 ya da 99 mu ne, dişlerime tel takıldıydı o zamanlardan ancak yaklaşık biliyorum seneyi. Her hafta, belki daha az Şişli'de ortodontiste gidiyorduk. Almanya'da okumuş, görgülü, kültürlü bir insandı velhasıl. Eropa görmüş yani. Bir yerlerden tanıdıktı annemin bi arkadaşının ya da akrabasının Uğur Bey, soyadını hatırlamıyorum. Her gidişimizde bir süre muhabbet olurdu. Demişti ki:

"Bir Toplumun Gelişmişlik Düzeyi Kaldırımlarının Yüksekliği ile Ters Orantılıdır"

Bunu başka bir yerden kopyaladım, söylenen kelimesi kelimesine bu olmak zorunda değil, oraya geleceğim. Sonra eklediydi ortodontistanbul: "Bizde habitat için "bu kadar" (anladın sen onu) kaldırımlar yaptılar." Çok afili bir laf gibi gelmişti. Her kaldırım yüksekliği düşündükçe aklıma geldi bu gelişmişlik boy vermesi orda burda gezindikçe. Benim diz boyumda kaldırımlara tırmandıkça. Çok tuttuydum lafı.

Sene oldu 1998+x, 1998+y, bu lafı bir sürü insandan duydukça Uğur Bey ve kaybettiğim (o yüzden yamuk dişli kaldığım) tellerimi de andım tabi.

Şunu gördüm Düşler Akademisi ve Alternatif Yaşam Derneği tarafından "Herkes İçin Kentsel Tasarım" semineri yapılmış.

Artık sene oldu 2010, şu lafı edip de çok büyük bir laf etmiş olmayın. Ayıptır.

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 20, 2010

izdivaç

esra erol'la izdivaç ya da her neyse programının sloganları şu:

özlem
neye?

yanlızlık
aynen böyle ama yaNLızız dostlar
neyse mevzu şu:

esra erol'la izdivaç'ı Dora Hospital sunuyor. Bi adam çıkıyo ve "nerenizi beğenmiyorsanız yapalım" gibi bir şey diyor.

çok ayıp ya.

Apr 19, 2010

ayaklı götürgeç _ istanbul'un ihtiyacı




basın olduğum için çok gudik yerlerden mailler almamla birlikte beni hayata bağlayan aslı özbay'dan gelen mail şu projeden bahsediyor:
bicycle lift olarak vaftiz edilmiş ama insan da taşıdığı görülüyor. sanırım bisikletsizken kulaktaki kalsiyuma büyük iş düşüyor.



bu kentsel hizmetin yamacına geliyor, ayağını takıyor ve düğmeye basıyorsun. seni yukarılara çıkarıyor.
bu maili hemen kayseri sonrasında gördüm. kayseri gibi olsaydık, bisiklet kullansaydık diye umarken, yokuştan bir kere daha nefret etmiştim. istanbul'daki yokuşlarda çok mu yakar ki bilemedim.
internet sitesinde el kitabıcığı şuracıkta. kuvvetle muhtemel kuzeyden çıkan en kötü tasarım bu web sitesi.



Apr 18, 2010

yıldızlara ulaşmak

şu ispanyolca videodan hiç bişey anlamadım, ama herşeyi de anladım. karakterlerin hepsini görünce aileden uzun süredir görmediğim birini görmüş gibi oldum.
ben "yıldızlara ulaşmak" diye hatırlıyorum ama "yıldıza ulaşmak"mış nasıl oluyo bilmiyorum.

1990 diyorlar bu dizi için, ilkokulda olduğuma eminim. günlüğüme izlediğime dair şeyler yazardım, zaten hayatımın da tek atraksiyonuydu. eduardo capetillo, harf eksiksiz adını yazabiliyorum hala, gerçi kolay tabi evet, o zaman için tarkan, lorena da halk kahramanıydı.
benim için clementine gibi bişey.
bu nostalji çok ters köşe bi hareket yaa. şimdik ağlicam.

bö de neyse

geleneksel diyebileceğimiz blog ödülleri zamanı geldi.
esasen takdir-e şayan bir hareket.
kayıt olma ve oy verme safhası o kadar alengirli ki aday olan en yakın arkadaşım olmasa, her gün okuduğum blog bile olsa kayıt olup da oy vermem. geçen sene görüp beğenerek oy verdiğimi hatırlıyorum.
bu bilinçli zorluğun türklerin her seferinde kazandığı cnn anketleri gibi olmasın istediklerinden diye umuyorum, değilse cep telefonlarımıza sponsor firmalardan mesajlar ya da maillerimize spamler mi mevz-u bahis olacak orası işkillendiriyor. işin peşinde duracağım. nereye kadar bilmiyorum ama daha önce gelmeyen bir yenden telefonuma mesaj gelirse yapmadıklarım, dolduğumun garantisi olsun.
archdaily'nin yaptığı oylama gayet başarılıydı. bir de oyunu verip twitter'da aşikar ediyordun insanlar görüyordu. burda blog ödüllerini sadece aday olan insanların bloglarından görür haldeyiz. onlar için de çok sıkıntılı olduğundan eminim.

Apr 12, 2010

Loney, Dear - The city, the airport

The City, The Airport (Css Remix) by Loney, Dear  
Download now or listen on posterous
Loney, Dear - The City, The Airport [CSS Remix].mp3 (4018 KB)

Bu şarkıyı aradım günlerdir, geçmişin badireleri atlatmış bir devir kış uykusuna yatmış hard diskimde buldum. CSS Remix hali haliyle Youtube'de yoktu. Bu şarkının bi klibi bile yok. Bunu yazan ben Pınar'ın, bu adam hakkında zamanında bildiğim, insanları toplayıp albüm yaptığına dairdi ama o da sallama bir bilgi çıktı. Ya da sonradan "İyi yapıyorum ben bu işi." dedi ve yoluna devam etti.

Julia Guther / Grain Edit

grainedit'ten

editör: yine bir duplikasyon.

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 8, 2010

f___.mp3 [ayıp kelime]

Fuck by Michael Andrews  
Download now or listen on posterous
12 f___.mp3 (2840 KB)

çok eskilerden çok eski bir şarkı ararken ve asla bulamazken çok eskilerden maillerden buldum.

zeyneb'in hayatıma kattığı me and you and everyone we know'dan. 

ya da michael andrews'tan.

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 7, 2010

kayseri

bu görsel kayseri'ye gelsin. araç friendly, yaya unfriendly zengin insan şehri. over modern gibi over planned.
arabaya dur, bisiklete geç.

grenoble'la ilginç benzerlikleri var. dümdüz, kenarında dağ ve kayak, kocaman kampüs ve plaka numaraları.

not: vatandaş arabada, halk tozdan yürüyemiyor.

Posted via email from enola is seriously gay

Plaza Otel

bunu ffffound'da gördüm. kim yaptı bilgisine ulaşamadım.

luggage label diyor başka da bir şey demiyor. zamanında istanbul'da tasarım varmış diye bilmek hoş.

plaza otel aynıysa geçmiş pek umrunda değil gibi.

vintage luggage labels

grain edit'te şu adreste

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 5, 2010

pul

Sokaklarda yürürken tasarıma dair insan hariç pek bir şey tecrübe edemediğimiz kentlerde yaşıyoruz.

Acilen değişmesi gereken bir mimari tasarım var. Bunu atlayalım.

Detaylara gelince: taşlardan, engellere, yollardan, üst geçitlerden ve şehirde her hangi aynı olmayan iki elemanın birleşimlerine derken kafayı yemek üzereyken postcrossing'e bulaşmamla postaneye gittiğimde acilen el atılması gereken bir şeyi daha tekrar keşfettim. pullar. kötü bir atatürk (sen üzerine alınma atam) ya da nature morte (ama gerçekten morte) saksı-çiçek ikilisinin ötesine geçen pul yok.

Çocukluğumuzda %87'imizin başladığı pul koleksiyonlarından tiksinmeleri kuvvetle muhtemeln eğitimdeki boşluk ya da sorumluluk sahibi noksanlığı değil; ülkenin körpecik üzerinde yarattığı hayal kırıklığı.

Bilgi VCD'de bitirme projesi olsun, hayırları olsun ya da Esen Karol yapsın, Zaman'a yapıyor, PTT'yi de sever.

Ekteki zamazingolar designboom'dan.

Amin.

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 4, 2010

kendimi ciddiyete davet ediyorum.

bir gün milletin twitter'da ne yazdığını okumanın bi hayrının olacağı belliydi.
ashton kutcher okurken -ki ilk ünlü ve dünyalı twitter insanı olabilir- blogunu farkettim.
ve posterous keşfettim.
posterous blogger'da sanırım benim asla beceremeyeceğim sadeliğini barındırıyor. blogger'ın bir beden büyüğü, birden fazla olan ama modifikasyon için ücret istediği için elinde çok da fazla şans oldurtmayan wordpress'e de giderim diye bir zamanlar yazılarımı aktardım. her baktığımda madonna'nın kızıyla karşılaşıyorum zaten olmuyor. sürekli de uğraşılmıyor. wordpress'teysem ya bunu, ya bunu yapasım gelirdi. yakışmazdı kankalara.
blogu tamamen taşımak için import özelliğini barındırmış olmayan tumblr ise kendinden cool. reblog olayıyla beni benden almış durumda. pinarslan.tumblr.com'u pinarslan.com'daki kroya kaptırmamak için onu da aldım zamanında.
tumblr'la yeni bir sayfa açabilerdim. reader'da görüp de share etmek ve üzerine bir cümle koyup resimlerine bakılan bir ortama bir tuz atmanın da çok hayrı yok. rebloga özendim ama bunu açık etmenin anlamını çözmeye çalışırken ashton kutcher imdadıma yetişti.
yaşıtlarım ve meslektaşlarım akıllı uslu yazarken benim hala kişisel buhranlarımın günlüğünü tutmanın ya en azından onlar üzerine ciddi de olsa yazıp, bir tane daha kaydını tutmak istediğimden emin olmadım.
kendime yeni bir sayfa açtım. daha destekli kişisel görüşlerimi, özel hayatımdan ve izlediğim dizilerden ayrı tutmanın hayrına inandım.
biz ashton'la şurdayız. öptüm baay.

Apr 3, 2010

Rearquitectura'nın Lofts Yungay II

Şilili mimarlar Antonio Menéndez Ferrer ve Cristian Barrientos Vera yani Rearquitectura bir sıra konut tasarlamış. Her yeni rezidans projesine loft deyivermek bizde de görülen bir hastalık.

Loft tdk'ya göre demek isterdim ama wikipedia'ya göre bir binanın çatının hemen altında olan katı. Aynı zamanda konuta çevirilen açık plan yapılara da denebiliyor bildiğimiz. Peki bunun neresi loft? Dönüştürülmüş de değil.

Kentin renklerinden seçilmiş gibi duran renkler ve tekrarı konusunda çok emin olamasam da -kendim tasarlasam da olamazdım- pek de başarılı buldum o ayrı.

İç mekanı görünce Loft da olabilir bir bina gibi durduğu kesin. Ama yanılmasamaya gerek yok. Hangi modern ev değil ki?

CONTEMPORIST'ten bakın..

editörün notu: ben bunu yazdıktan sonra contemporist'te fotoğraflar görünmemeye başladı. bu komplikasyonlar düplikasyonlara sebep oldu.

Posted via email from enola is seriously gay

pritzker

her sene pritzker verildiğinde başa sarıyorum ve ödülü verenler kimlermiş nelermiş diye bakıyorum. bu sene atladım. ama şimdi wikipedia ana sayfada kendilerinden bahsedilirken gördüm. donatmışlardır sanmıyorum.

her sene bir mimara ödül veren bu aile hyatt otellerinin sahibi.
yer küredeki hyatt otellerinden bahsederken pek mimar adı telaffuz edilmiyor. iyi örneklerini de gördüm aslında.

ama okul günlerimin her birinde gördüğüm bi bizim hyatt otele bakıyorum, bi de ödül verilen adamlara. bazı şeyleri yerlerine oturtamıyorum.

biri çıkıp da o ödülü jüri veriyo derse kafasına atarım bu yazıyı.

Posted via email from enola is seriously gay

Apr 2, 2010

böyle bir draft buldum

can atakol'dan çakmışım:
internet doesn't makes you stupid, it just makes your stupidity more accessible to others.

Apr 1, 2010

hem hak hem reva hem de müstehak ve de hakkaniyet

bir insan/iş/düşünce ne olursa olsun insan diyelim, aslında takdir görecekken bir yerlerde, kişinin gözünde gördüğünden daha fazlasını görüyorsa normalde olduğundan daha fazla eleştirmesine sebep oluyor.

bana bunu dedirten sanaa'nın pritzker almasının akabinde, herkesin sanaa'nın bunu haketmediğinden bahsetmesinden de öte, gözünde aslında daha dandik bir yere koyması. sanaa iyi projeler yapan, gelecekte pritzker alır diyeceğimiz bir grup mimar iken şimdi bir anda pritzker alınca ve bunu steven holl'ü sollayarak yapınca toplumda bir "noluyor lan?!" tepkisi yaratıyor. steven holl de bende şurda bahsettiğim hissiyattan yarattığı için bana pek koymuyor bu ödül.

her şey bir yana şu kadının yüzüne bakıp ödül veresin gelmez mi? bu ne şirinlik, bu ne kürasyon.

hazır gelmişken magazine bağlanırsak, aslında pek güzel kadınlar var ve sen bunlarla herşeyden bağımsız karşılaşsan "güzel" dersin, ama toplumda "çoooook güzel" diye söylendiği zaman insanda sinir harbi yaratıyor "bu mu lan güzel." derken "ben daha güzelim valla bak." demek istiyorsun. misal paris hilton, çok seksi diye adam yerine konuldukça benim aşağılamalarımın haddi hesabı olmuyor. görsen dersin "yolda görse bakmaz bu." tabii ki saçmalık. ya da aslında ben hülya avşar'a çirkin dicek insan olduğunu sanmıyorum ama birileri çok beğendiği için birileri hiç beğenmiyor. kadınlara girdim çıkamıyorum imdat.

editörün notu: bu da bana bu satırları yazdıran hulyaco'nun bana yazdığı satırlar. aşıklar gibin atışıyoruz.

ona istinaden ek 1: benim dediğim de bu zaten. sanaa pritzker alcak kadar iyi gelmediği için gözünde olduğundan daha da aşağıya düşüyo. ya da belki daha önemli bi yere geliyo ve eleştiriye daha fazla maruz kalıyo. ama bu hep oluyo.