Dec 28, 2009

sadakat-siz; biz neyiz?


neden bu insanlar böyle?
yani o kadar uzun ilişki yaşamadığımdan baya umudum kırılıyor bildiğin.
suçlamak olarak da değil üzülüorum bildiğin bencilce kendim için...
acıyı çeken canımdan değilse umurumda da değiller aslında.

fekat

"aşk yokmuş" diye biri haber vermiş gelecekten gibi...

buruluyorum atam

Dec 22, 2009

one minute

Fuck you, fuck you very, very much
'Cause we hate what you do
And we hate your whole crew
So please don't stay in touch

konuda hafif sapma olduğu doğru.

Dec 19, 2009

cok usuyorum atam

takvimden gelen soguk hava dalgasiyla, battaniye alti + sicak cikolata + film (ya da muadilleri) is the new stockholm syndrome.

or

"the kuzey"de nasil is yapiliyomus biri bana aciklasin.

Dec 17, 2009

artık az kalmadı.


seviyoruz onu biz, oynuyoruz.

Dec 16, 2009

ayşarman

bu yazı okumadığım ve takip etmediğim bi kadın hakkında yargılardan oluşur aslında belki de atıyorum. ama ne zaman okusam tezime bir çentik daha atıyorum. zaten takip etmeme sebep olacak kadar gıcık olduğumdan etmeme sebebim de "umrumda değil." açıklamasına sahip değil, olmuyor sadece.

zaten ne demiş demenle bitirmen arasında 5 dk. var. ama bir pazar eki sırf onun röportajlarıyla olsun okurum. bence sırf bu işi yapmalı.

kendisinin sendromunun ne olduğunu uzun süredir düşünüyorum. blog yokken blog gibi yazan bir kadın olduğundan, tabi şapkam olsa da çıkarmam ama, bir enerji var sahip olduğu, ona sözüm yok. bi dedim, babası öldükten sonra özgürlüğün ipini koparan türk kızı modeli. ama babası ne zaman öldü, kendi ne zaman bu kadar aparık oldu bilmiyorum, bu tezi savunamam. ama şarkıcı gülşen öyle misal onu biliyorum. neyse ondan bahsedilmesini istemiyorum.

bi gün farkettim ki ayşe arman kendini türkiye'nin carrie bradshaw'u ilan etmiş. o günden beri katlanarak böyle düşünüyorum. carrie kadar geniş yazıyor, öyle takılıyor. bu tezi de daha rahat savunabilmek için eski yazılarına baktım, bir naiflik, bir çekingenlik, bir "canlarım 3 gün yazmadım mektuplar atmışsınızcılık".

carrie sürekli kendinden bahsederdi, sex üzerine yazardı -haliyle-, takip etmediğim üniversite döneminde bir de baktım ki ayşe arman ona dönüşmüş. benimle beraber çağ atlamış. ama yapmacık. neden? diye sorarsa derim ki çünkü sen amerika'da değilsin, türkiye'de gibi olmak zorunda da değilsin ama sen başta böyle değildin. bu bi göründüğün gibi ol senaryosu.

herkes bana hayran olsun, kocama hayran olsun, kızıma hayran olsun. o kadar ilk günlerdeki gibiyiz ve siz değilsiniz ki ben ona hala sevgilim diyorum. farkettin ki biliyorum da keratayı. zaten carrie de yapmacık tabi, çaktığın çakmak kötüyse bi de çakılmışını düşünmek de ne demek.

sürekli kendinden, ailesinden, çocuğundan bahsetme güdüleri var ya hani bu hisleri de anlamıyo ya da yakınsaklarına eğilmiyo olmadığımızdan değil. ama buraya bişey yazarken de herkes bana hayran olsun güdüsüyle yola çıkmıyoruz. en naifinden ayşarman'a bir laf sokarım millet sever beni diyosun. ama fazlasından bir mahremiyet ihlali yok, bizde yalan da yok yeğenim. ay biri daha takip etmiş, ay bakayım kaç kişi okumuş, ah canım yorum yapmış diye düşünüyor ya insanoğlu. "kimse okumasın ben okurum" lafı ne derece gerçeğe tekabül eder? dün gece rüyamda gördüm takip edenler azalmıştı misal.

bu yazıyı kasım ayında yazmaya başladım. sonu ne zaman gelir ve ben ne zaman tam hislerimi ifade ederim bilmiyorum. hande'ye ayşarman'la ilgili yazdım ama yetmiyor dediğimin akabine, "o da kitap çıkarmış." dedi. "neymiş o?" dedim. kocasına, kızına yazdıklarındanmış. dedi ki "sevgilisi olup teşhir eden kız bildiğin". bu açıklama yetti. ilk bi sevgilin olduğunda -varlığından utanmıyosan tabi- facebook'un neresinden çaktırsam da aşkımı hangi ağaca kazısam da dağlar, taşlar, tavşanlar duysun dersin ya. işte öyle birşeysin sen şoarman.

Dec 13, 2009

metrobüs sana gıcık oluyorum ve laflar hazırladım

doğrusunu söylüyorum ki hem önyargılı, hem de adilmişim gibi yapıp içten içe aslında hiç de adil değilim. bu belediye beni evimden alsa işime bıraksa ve bu sadece 3 sn. sürse ben ona da kulp takarım. zaten herkesi evinden almak nası bi sistemdir, tartışmayız bile. ölümcül kazalarından hazedememenin verdiği "keşke"lik ayrı bir yana, metrobüs bozuldukça ve yolda kaldıkça bende bir sevinç oluyor içten içe. içinde bile olsam. aklıma da enip geliyor.

zaten doluyum "kankaaa..."
enip yazdığından beri sana laflar hazırlıyorum metrobüs. çünkü bu metrobüs sistemini bu haliyle kabul edenleri benim aklım almıyor. geçtiğim cümledeki "bu halini" kısmını da sırf eski bogota valisi enrique penalosa hatrına yazdım. urbanaj vesilesiyle istanbul'a gelen penalosa, metrobüs sistemini sever gibi hissederken beni kaybeder gibi oldu.

aslındası için belki önce de bunu okumalısınız, web aleminin en uzun görseliyle başbaşa olarak.

penalosa'nın bahsettiklerinden tekrar bahsetmenin alemi yok, ama "şerefsizim benim aklıma gelmiştir." bir durum var.
herşey mükemmel olsa da zaten istanbul insanındaki danalıkla böyle bir sistem işlemez. kibarsan ve salon kişiliğini korumaya çalışıyor, "benim yerim burası değil, ben geçerken uğradımdı." gibi takılmak istiyorsan metrobüste kendine yer bulabilmen mümkün değil.

kendini metro zanneden metrobüs ve metrobüsü metro zanneden halk her yeni metrobüsün aynı yerde durup kapısını aynı noktada açacağını sanıyor. metrobüsün kime ve neye göre kocaman durağında kenara doğru biriken insan öbeklerinde yavaş yavaş kenarlara doğru ilerliyorsun. sonunda herkesin nihai amacı, kendince kapısının orada açıldığını umduğu bir kıyı şeridi noktası bulduktan sonra metrobüsü beklemek. zaten 5 dakika sonra gelir. [bu bilgi hakkını vermek değildir.]

o kapı önünde kapı açılacağını bekleyen kimsenin önünde açılmaz. çünkü şöförlerde nerede durması gerektiğine dair bir kodlama yok. ama halk "bırakınız inansınlar" deney kümesi.

kimse durumu yadırgamıyor zaten ve halk arasında kapıya doğru salınımlar gözlenleniyor. bi keresinde şoföre "dalga geçin milletle, ne komik di mi?" diye bağırdı. o ilginçti.

toplama kampına giden tren gibi "gel,dur,doldur,kalk" tipi metrobüsler ilk duraklarda sık olduğu için insanlar bi hışım biner, sonra önceki geceden hayalini kurduğu noktaya ya oturur ya da "oturmaz ve iner" bi sistem olur ilk duraklarda. bu seçme hakkındaki genişlik boş boş metrobüsler gönderir duraklardan. en çılgın saatlerde nasıl oluyor bilmem ama ayakta gidenin olduğu pek yok gözlemlediğim kadarıyla.

zincirlikuyu ise çok ilginç, amele pazarından amele topluyo gibisin. metrobüsün yoluna atlayanlar var. en iyisi git gez dolaş 12'de git gideceğin yere, olmadı sabah 5'te.

"kendine saygı vs. metrobüse binmek" gibi bir durum var orada.
ilk duraktaki seçme hakkı, ikinci de belki üçüncü de seçilme hakkına bırakıyor yerini. balık konservesinde yeni bir balığa ne kadar yer bulabilirsin sen düşün. "dolu otobüse binmeyin." gibi bir kampanya yapacağdım bi ara, insanların dolu olan toplu taşıma aracına binmek istemesini ben anlayamıyorum.

çok anti-halkçı bir giriş oldu biliyorum. bunu biliyorsam aslında anlıyorumdur. ama böyle bir grev peşindeyim aslında. ama faşistmişim ben ki meğersem.


ayrıca şunu gördüm kü metrobüs emek istiyor.
metrobüs benim için elitizmimin ve faşistlilğimin tavan yaptığı bir nokta. naif ve düzensiz metrobüs kullanıcısı olarak asla beceremiyorum zaten metrobüs kullanmayı. bu halimle eğer durduğum kel alaka uzak bir noktada bir metrobüs varsa ve ben biniyorsam -oturuyorum demektir bu- o metrobüs bozuluyor. metrobüsün benden beklediği dakikaları harcamıyorsam yukardaki şakacı parmağını gözüme sokuyor. soktu iki kere.

ama bu bozukluklar sırasında halkın gıkı çıkmıyor. "sanırım insanlar buna alışmış." diyor ve geçiyorsun ama ben metrobüsle aramdaki savaşta haneme +1 yazıldığı içün, bildiğin mutlu oluyorum.

kendime not: bi gün vaktim olsun da ben sana yeni alınan 1.2 trilyonluk metrobüslerin planını çizeyim. seninlen işim bitmedi metrobüs!

kalıcı olmayan mecralara yorum etmeyin.. http://pinarslan.blogspot.com/