Sep 18, 2013

Game over neyim

Geçen dün olanlar, o an çok anlamasan da adeta bir uçağı kaçırma hikayesi gibi acıklı gibi duran sonra sittin sene anlatacağın kadar komikli. Ben aslında komik anlatmak istiyorum ama hem yaşanan polis şiddetini görmezden gelmiş gibi dursun istemiyorum hem de ilk karakol kapısında geri kalanları beklerken komikli anlattım diye bana "Vakıf üniversiteli kadın", "Polise yalvarıyosunuz, çıkıyosunuz." muamelesi yapan insanlar olabiliyor. "Uyuycam ben çekemem bunları." diye o zaman sildim. Gürcü asabiyesi işte. Bunu da beni sadece bu yazıyla tanıyanlara yazmıyorum, yorum hakkı vermiyorum, yorumlarını sallamıyorum -canım çok güzelsin falan derseniz olur tabi niye olmasın?-; tacize uğradım desem kahramanı olacağım insanın "Başıma bir iş gelmedi." dediğim için düşmanı oluyorsam yapabileceğim bir şey yok. Olayı komik yaşamam, sinirim bozulduğunda gülmemle eşdeğer bir durum da olabilir, geçen tehlikenin ciddiyetini şu an anlıyorum, olay mahaline gidince darallanıyorum. Ben ordayım diye kaçabilecekken kaçmayan Serkan’a da bişe olabilirdi mesela. Tacize uğrasan senelerce unutamazsın.

Olayları kimin provoke ettiğini bilmiyorum ama müdahale bekleyen grupta olduğumuz kesin. Biber gazı öyle bir bağladı kendine. Müdahale olunca Handan’la çıktık. Çıkar çıkmaz ilk barikat yapımıyla karşılaştık, bir çocuğu simitçinin arabasını barikata katmaya çalışırken "alooo"ladık, zaten ondan başka kimse de o yanlışa gelmedi.

Pek polistik bir aksiyon yok idi keza durduğumuz yerde; aşırı kalabalık ve sloganlar, Boğa'da barikat vardı yanarlı dönerli, önümüzde barikat yapıyolardı, arada bir biber gazı, Süreyya'ya ilaç/buz yardımı yaptıkça bir sevindiriklik falan, polis yok, zaten biz de çok durmadıydık daha ki çıktık ve sürüldük. Mesela kimsenin ne taş attığı var, ne ilerlediği. Valide mantık aranmaz ama niye oraya gelir polis mesela? Normalde bir arkadaşın evine gidip geliyorduk, nedense ilk atakta yukarı doğru gitmeye karar verdik. 

Plants vs. Zombies oynuyorduk ve yerden çıktı bence o polisler. Bir anda ortadalardı. Biz -bunu söyliycem ama bi daha birinize salak dediğimde aleyhimizde kullanmayın.- sokağına gireceğimize Moda Sahnesi'nin üstteki kapısına doğru gidip, "Gel polis amca biz burdayız, al bizi." dedik. Polis "Burdalar!" dedi ve biz içeri girmeye çalışıyoruz, sanki ebelemece oynuyoruz da polis de "Tüh kaçtı." deyip geri dönecek. İçeri girsek daha fenaymış, bunun için de teşekkürler ulu manitu. 

Bana polis gerçekten 31 Mayıs’tan beri zombi gibi geliyor ve zombiye yakalanmışız gibi hissettim. "Bunlar bize kuytuda kıyar." diye düşündüm, o an "Bitti" dedim, "buraya kadarmış.". Gaz atmış, plastik mermi sıkmış farkında değilim, uyku moduna geçtim heralde, elimde fısfıs oda spreyi gibi ortama sıkıyodum sürekli onu hatırlıyorum, ilk "Hande nerdea?" diye sordum, gitmiş ama Serkan görünce rahatladım –bencillik mi oluyor acaba-, sonra da "Lan vize başvurusuna polis aldıydı diye gidemezsem, o vize bana dar olur." diye. Nasılsa çıkıcam, suç yok ama kaç gün tutarlar acaba diye hesap yapıyorum. "Sabaha yazsalar, 24 saatte yetişebilirim belki."  

İlk yanımıza geldiğinde gazlı sözlü haldeyken bi "Napıyosunuz? Söyle bak kötü bişe yok, gözaltına alındınız artık." diye sordu. O anda aptala bağlatmaya çalışıyo heralde, yalan mı söyleyemiyorsun nedir bilmem. Bi kaç kişi ilk andan başladı “Geçiyorduk yakalandık valla evime gidiyodum vs..”. Bazısı gerçek heralde cidden. Bana sordu, "Direniyoruz işte." dedim. Daha akıllıca bi cevap vereydim iyiydi ama çevik zaten zilyon tane ve kime ne dediğinin önemi yok. "Neye direniyosunuz?" dedi. "Neye direniyosunuz kardeşim ya üzmeyin beni bak.." gibi, "Direnilecek ne var, gül gibi ülke işte." gibi dedi bunu. "Herkes neye direniyorsa ona, işte revire yardım ediyorduk." falanlardan en aklıma geleni dedim, artizlik de değil, "Şu an çok gaz altındayım, cevap veremeyeceğim, lütfen üstüme gelme." gibili dedim. "Bak biz size bi şey yapmıyoruz." dedi, galiba bunu herkese dediler, sürekli tekrarlandı. Ben niyeyse gerçekten inandım onlara. "Götürülcez ve çıkıcaz; işalla vize yalan olmaz." Çantamı açtı, gaz maskesi vardı orda bi tane daha, daha komplikesi, "Bu ne?" dedi. "Ben Taksim'de çalışıyorum." dedim. "Alınacaklar zaten bunlar sizden zaten." dedi, çantayı geri kapadı. (alınmadı) 

Şimdi asıl güldüğümüz, otururken Serkan ile gözgöze gelip "kısmet buymuş" bakışımız. Arada onu yapıp daha da gülüyoruz. Biraz önce kahve falı bakan kafelerden biri bişe uzattı, ben o sırada aklıma bu geldiği için gülüyordum zaten, "Ne gülüyorsun yae?" dedi adam.

Sonrası komik olan da sanırım bana "Otur" dendikçe kalkmam, "Köşede durur musunuz hanımefendi?" dendikçe polisin yanına gitme güdüm. Bi çekim oldu aramızda heralde kaskla. Bağırıyordu arada -hepsi aynı olduğu için tekil konuşuyorum tabi yoksa bi tanesi değil muhattap olunan-, "Duymuyorum onun içinden konuşunca." dedim, heralde ben yakalanmamışım da mahallemizin çocukları yakalanmış olayı anlama çabasında 150 cm'lik bir teyze edasında olduğum için.  

Gerçekten de bizi götürmelerini beklerken artiz de olsalar kibarlardı. Biz de coolduk bence kendi grubumuz olarak, bazısı "Abi yapma ben geçiyodum valla." falan dedi, "Maskeyle mi geçiyodun lan?" dedi mesela ona yani bence de ne gerek var. Bir kadın* (ona gelicem) çalıştığı nüfuslu kişiyi aramak istediğini söylüyordu sürekli. Dediği adam da CHP'li yani niye böyle bir hataya girersin? Gerçekten yalvarınca bırakılacağını sansan da konsept olarak nefret ettiğin adamlara dert varsa anlatmaya ya da yalan söyleyerek yırtmaya mı çalışırsın bilmem, zaten ben yalan da söyleyemezdim heralde. "Astımım var, ilacı almam lazım, klostrofobi, bileğim çok sıktınız vs." her çeşit naz geldi özellikle kadınlardan ve onlara kibarlardı. "Su içer misin?" falan diyorlar arada insanlara. Ama "gerçi su daha da kötü yapar ama.." falanlı. "Bildiğim bazı şeyler var." deme yolu heralde. Bir hayırları olmadı ama bence o da yetkisizlikten ve beceriksizliktendi genelde. 

14 yaşında bir çifti, bizim de tanımadığımızı teyit ettikten sonra bıraktı. Çevik kuvvetin her zaman girmek istediği ortam mıdır, tiksintiyle baktığı düşmanı mıdır nedir, bir böyle kasmışlık var, kibir var ama pislik yok, hani 60 saattir uyumayan çevik değildi bana hissettirdiği, sanki iyi olduğunu gösterme açlığı da, "İyiyim ama güçlüyüm." ya da "Güçlüyüm ama iyiyim." Yani sanki barışmaya da çalışıyolar bazısı gibi, bana öyle geldi sanki bilemem. Ezeli rakip coolluğu, etkilemeye çalışma durumları. 6-0 sonrası karşılaştığın Fenerli, sanki her golü kendi atmış havasında, evlat olsa sevilmez ama bi terbiyesizliği yok ve senin takımın da yemiş o golleri zaten, ne diyebilirsin.  

Kendi gaz maskelerini çıkarmıyolar, senin bütün maskelerini falan alıyolar ama. Biber gazı müdahale için değil ceza diye heralde. Aynı zamanda benim elimde bütün yoldan geçerken yakalanmadığıma kanıt olacak zamazingoları aldı attı. Bunu ben de anlamadım. Yerdekileri bile bana sokması gerekmez miydi? Bi kadında TKP bayrağı vardı, onu da sinirle sorgulayıp sonra attı. “Bana verdi biri valla benim değil.” dedi.** (buna da gelcem).

"Kanka gaz var mı?" diye birbirlerine soruyorlardı, "Var, var, çıkarma." dedi. "Bunda ne var, Taksim'in normali bu" diyebiliyorum gibi samimi bir ortam var mesela?! "O zaman gitmeyeceksiniz hanımefendi." dedi, ben olsam "Sus lan başlatma gazına." derim. "Taksim'de çalışıyorum ben." dedim, ama başkası demiş olsa burda anlatırken, "Taaaaam mıaa?" efekti de eklerdim, kendime yakıştıramadım. Ben o zaman yine "Sus lan başlatma işine." derim ama "O zaman başka." dedi. Aklın başına gelince şurda şunu deseydim, burda bunu deseydim. “Taksim’e niye gitmiyomuşuz?” deseydim mesela. Ama o an işte düşünemiyorsun, ki desen denirdi, sorun olmazdı bi ortam. 

Bana karşı belki cinsiyetten dolayı iyi davranılırken, bi arkadaşıma da mavi pantolon giydiği için gay diye laf etmeler, yumruklamalar da yaşandı. Gay değiliz, poşu takmıyoruz, komünist değiliz, damarına mı basmıyoruz nedir? Sonra öğrendim ki "3 gündür çocuğumu göremiyorum ben sizin yüzünüzden" diye Serkan’a küfreden çevik olmuş. E hayırlısı oluyormuş, çocuğun senden uzakta yetişmesi.   

Bi grubu götürdüler, diğerleri gelirken sükunet içinde bekliyorduk, o sırada Bahariye'nin ilerisilerden polise küfürler geliyor. "Bak ne diyorsunuz." diyor bi tanesi. Başka bi tanesi de "'Polis simit sat!'mış peeh!" dedi. "Bizim de hakkımız var." gibi ya da buna bi cevap arıyo ya da cevap ver de kırsın ağzını burnunu bilemedim. Benim saf anıma denk geldi heralde, hep bi yumuşak düşünüyorum. Kimse ses çıkarmadı, ama sanki biz diyoruz. Ama zaten ben simit satma durumunu desteklemiyorum, onur meslekle olmuyor çünkü. Sonra biz en fazla 10 kişiyken, 30 tane çevik geldi bizi almaya. -Belki 30 değildir de ben doğru hesap yaptım ayağı yapıyorum şu an.- "Kişi başına üç polis." dedim. "Hanımefendi, polis sayısı ne kadar artarsa şiddet o kadar azalır. Biz bi şe yapıyo muyuz size? İyiyiz bakın". dedi. Serkan "Sen iyilerden misin?" diye sordu. "Hepimiz iyiyiz!" dedi bayağı heyecanla -Karikatürdeki biz orospu çocuğuyduk hissiyatını hatırlayın öylesinden.-. "Ya şimdi bizde de var sizde de." dedim. "Yani evet doğru." dedi. Ben kabul ediyosam, o da etmek zorundaydı. 

Sonra bi tane herhalde amir -ben polis ve askerdeki bu ast üst ilişkilerini bilmiyorum, diğerinden üst gördüğüm herkes amir olabilir; general demediğime şükretmeli-, kolumu kıvırarak, "Böyle götür, ağrısın." dedi koluma giren polise. Hiç acı bi durum yoktu ama uzun vadede ağrıyor heralde dedim ama Serk ağrımadığını söylüyor. Ben benim koluma girene, "Ağrımasın canım, ne gereği var?" dedim. Sonra bir direnişçi, bir çevik, lise balo dansı gibi ikişerli olarak halinde sıralandık. "Az ilerle, sen sağa geç, o solda kalsın." falan. Benim eşim(!) kendisi değil de ben polismişim o yakalanmış gibi bir mutsuz, bir gergin, biz söylüyoruz söyleneni, "sağa geç, ilerliyoruz." falan.  

Benim "elektrik bandım" bayağı gevşekti, zaten sonra kendim çıkardım. Ben kıpraştıkça yanımdaki kolumu kıvırmak istiyo ama gereği olmadığını mı anlıyor nedir anlamadım, sonra açılınca söyledi, “sence kaç?” eşliğinde hem de, 24 yaşındaymış çocuk, bir çekingen falan ben hiç anlamadım onu. Önümdeki çevik, arkasını döndü. "Biz AKP'nin polisi değiliz hea hepimiz." dedi, döndü. Tekrar bana döndü, "Ben ona oy vermedim zaten." dedi, döndü. Tekrar bana döndü, "Ben içki de içiyorum." dedi, döndü. Sonra tekrar bana döndü, "Burada gaz atıldıktan sonra kız arkadaşım beni terketti." dedi. Ya da onun gibi bişeyler. Ben de şaştım kaldım bu itiraflara, "iyiymiş.", "o kötüymüş" neyim diyebildim anca. Yanımdakine "Sen kime oy verdin?" dedim. Kafayı çevirdi, "Konuşmican mı?" dedim, kafayı salladı. Ortamda yanımdaki hariç sen kaç yaşındasın, "Aaa 30 musun? Aaa göstermiyosun, ben kaçım sence?" gibi muabbetler dönüyor ama yanımdaki mutsuzluktan geberecek.  

Bu sırada Bahariye'de ilerliyoruz, Boğa'ya doğru. Bir tane daha çevik sanırım "Solcu çirkin kızlar olur." önermesinden gelerek öbür koluma girdi ve "Niye yapıyosun şimdi bunu, ne kadar da hoş bir bayansın aslında." dedi. Kitlenmemek elde değil. "Sağol, sen de hoştursun heralde." dedim. "Ben bunun altından görünmüyorum ya." dedi, üzülmüş. "E naaptınız, bölebildiniz mi memleketi?" dedi. "Bizim amacımız o değil, tam tersi." dedim. Sonra elinde gaz kapsülü kovası, önündekine "Kanka taşısana.." falan diyo sonra dönüp, "Taşırım hea, takılıyorum." falan diyor. Ben bunu pek anlamam, anlasam da demem ama galiba o çevik bana aşık oldu, sonra dikti gözlerini, arada "Ne var?" diye kafa sallıyorum, gülüyo kafayı çeviriyo. Ya da tam tersi, "Bunu bana verin ben döveyim." öyle bir tiksinti. Kesinlikle bana karşı boş değildi yani.

O sırada ÇHD avukatları geldi yanımıza ve kavgaya babam gelmiş gibi hissettim, isimlerimizi öğrenmek istediklerini söylediler, amir bişeler geveledi ve ilerledik. Ben hemen atladım adımı söyledim, arkadan Serk söyledi duydum, sonra yanımdaki "Niye söylüyorsun ki adını? Hem suçsuzuz diyosunuz hem adınızı söylüyorsunuz." dedi. "Suç mu adını söylemek cidden soruyorum?" dedim cevap verdi denemez. Boğa'daki barikatın yanına geldiğimizde, "Burada iyi birleştirmişsiniz memleketi." dedi. Yani benim ilk defa gördüğüm barikatı da bana kitliyosan, senin için hepimiz birsek, zaten bayağı birleştirmişiz. Ama bu keşke o an geleydi aklıma. Hazır cevap da işte bi yere kadar. O yol biraz daha uzun olsaydı çok güzel yerleştirmeler olabilecek durumdaydık ama çok uzun sürmedi, ben bunu idrak edene kadar zaten vakit geçmişti. “Bi şey değiştiremezdin.” diyorlar ama benim umudum vardı. Ama tam o anda ortam çok biberliydi zaten.   

Otobüs yanına geldiğimizde avukatlar yine belirerek, "Kadını siz arayamazsınız." dedi. Ben onlar gelene kadar o an bunu nasıl diycem, hangi aşamada diycem onu düşünüyordum. Kadın olmadığı için biz asla aranmadık, serbest kalanlar olarak.

Otobüse bindik, kimlik soruyor bi tip, elim bağlıyken, "Nasıl?" dedim. Güldü, bunlar polis aslında ve açık ara çok daha iyiler; gerek zeka, gerek davranış, gerek aklına ne gelirse babında. Sonra yer açtılar, oturduk. En öne.

Sonra Hande ve Merih de gelince, annem de gelmiş gibi oldu zaten. Yanımda bi kız vardı, öbür tarafta nüfuslu birinin tanıdığı olan abla. Ablanın yanına eli kolu ayrı oynayan bi çocuk getirdiler, ilk geldiğinde her hareketinde çocuğa "Abi sakin." diyen birileri oluyordu. "Ben senin..." falan diyordu sessiz ve derinden çeviklere, kendi kendine. Amir  -tipine baksan sen ben gibi bişe sanarsın-, bilimum çevik, çocuğa uyuz oldu artık. Mustafa, senden hiçbir yamuk görmemiş insan olarak söylüyorum, evlat olsan sevilmezsin. O, "Bak ben iyiyim bişe yapıyo muyum, kışkırtma beni." diyor, ama çocuk kışkırtmazken diyor artık bunu ama çocuk zaten bastan kaybetti. Bazısı otobüse girip çocuğu dövmek falan istiyor, zor tutuyorlar. En önde olduğum için kapıdan bütün çevik teşkilatına hakimdim. Çoğunun -objektif olarak demiyosam çevik olayım- beyin yerinde sünger taşıdıklarına şahidim. Çocuk darp edildi daha sonra bir bahaneyle arkaya alındığında. Telefonu elinden alındı, eski mesajlar okunuyordu. Haklı olarak buna tepki gösterdiği için de darp edildi. Öyle otobüste bekledik sadece. Hiç kimsenin nereye gideceğimizi bildiği yoktu, her yere gidilebilirdi. Hiçbir şey bildikleri yok, sadece "kolluk" kuvveti evet ama hiçbir kademede kimsenin daha karar verdiği de yok gibi. Biliyormuş gibi de yorum yapıyorlar falan..

Sürekli insanların bileğindekileri çıkarmaları için söylenip durduk, benim boldu, açtım, çünkü otobüste herkeste yoktu bile. Suçluymuşuz gibi niye takıldı ben onu da anlamadım zaten. Kelepçeden bahsediyorsun, “Açık.” diyor bir tanesi, benim açık değil diyorsun, tekrar “Açık.” diyor. Başından beri klimadan bahsedildiğini zannetmesini, espriye vurarak kapatmaya çalışıyor. Açma konusunda sorun yaşadılar, ninemin meyve bıçağından daha az keskin bir bıçakla daha da sıkıştırdılar mesela. Bir tanesi, "Neşter var sadece açamayız." dedi. Bütün otobüs, "Neşterle açamazsın?!" diye tepkidi haliyle. "Nester kemik falan kesiyo." dendi. "Hee peki" dedi. Neşterle de zor açtılar keza büyük başarıydı. İkinci kere için “Açamıyorum ya neşterle, başıma iş alcam.” dedi mesela "Ben açayım." dedim. Kendimi kesersem o suçlu olurmuş.

Ben yanımdakiyle bir gözle anlaşma mekanizması geliştirmiştim. İlk gözgöze bakışlarımız çocuğun hali tavrınaydı tabii ki, sonra da o ablanın "Benim kızım da çevik kuvvet olmak istiyor, bakalım, olacak heralde." gibi yanlamasıydı. La havleydi.

Çocuk çok yanlış bir atakla Sırrı Süreyya'ya oy verdiğinden vs. çok çok siyaset konuştu mesela. Adamlardan biri biraz önce "Apo'nun bayrağıyla Atatürk bayrağını nasıl yanyana getirdiniz?" demişken hem de. Yanımdakiyle "Niye bu kadar konuşuyor bu?" bakışları. Çünkü mantıklı da konuşmuyor. Bizim genel olarak derdimize dair de konuşmuyor. Dışardaki çevikin dışarda kaldığı için partiyi kaçırmış halleri.. Cama vurmaları, dışardan "Yandı olm bunlar haha." demeleri gibi ilkokulda o etekler açılmasa, o saçlar çekilmese yiyeceğimiz şeyler.. Hadi benim dışarda kapı gibi Hande var, ama kimse korkmadı onlardan. 

Tam aklımda olan soruları sorucak cesareti topluyorum, çevikler değişiyor, zaten hepsinde bi içeri girme hevesi var. Kız kesmeler falan. Yani çevik, çevik olmasa, Fransa ve Amerika’daki itfaiyeci fantezisi bizim çeviklerle olurdu. Gencecik daha tüyü çıkmamış tipler. Belki de %50 de vardır o fantezi. Ablanın kızında varmış heralde mesela.

Her polis/çevik iki kere saydı. Otobüs tam dolu zaten, kapasitesini bilsen yapabileceğin şeyler zorlanmazsın ama o sayıda zorlandılar. Artık "Ay 29" raddesine geldi herkes. 2 saat mi durduk, 1 mi bilmiyorum. Ama 100 kere sayıldık.

Dışardakilerin avukat olduğunu bilen ve bizimle görüştürmeyen amir, "Bunlar kim acaba?" dedi. "Avukat" dedim. Galiba kimin nesi anlamaya çalışıyordu. "Heaeae" dedi, tarzı o keza. "Beşimizin avukatı." dedim.

Elimde telefon Hande'ye mesaj atıyorum yer yer. Çantama koydum sonra. Polislerle göz göze gelince "Ne oldu?" dedim. Ben deyince kendini sorgulamak zorunda hissetti sanırım, "Görebilir miyim ekranı?" dedi. Çantamdan çıkardım, iphone'un bildiğin slide to unlock yazan ve saat gösteren ekranını gösterdim, "Tamam" dedi.Ben de şaştım. Ben "Avukatıma mesaj atıyorum." dedim. "Tamam onu yapabilirsiniz." dedi. Diğeri "son işlem" gibi bi şeyler dedi. Başlat menüsünden recently viewed files açamadım tabii ki. Açtım mesajları, Hande'yle mesajları uzatırken "Tamam" dedi, bakmadı.

Bir tane çanta geldi, "Bunlar deliller iyi bakin aman" denerek. ** Geldim. O zaman farkında değildim ama sonra düşündüm o bizim alındığımız yerdeki eşyalardı sanırım, her şeyi toplasa nasıl benim olduğunu kanıtlayacak -video çekiyor muydu acaba?-, benim elimdeki fısfısı, şalı asla alınmayacak bi yere attı mesela. Sonra otobüste de birini kaldırdı bizi oturttu, bi şeyleri orda bıraksam nasıl delil olacak? Gibi bence beceriksizce şeyler vardı. Yani terörle böyle mücadele ettiğiniz için bitmemiş de olabilir benden söylemesi. Ya da terörist değilsek GBT için bizi karakola götürmeyeydiniz iyiydi mesela.

Sonra Rıhtım’a karakola geldik ve kısa bir bekleyiş, sigara içersin içemezsin, tuvaletim var ay bu resmen psikolojik baskı vs. diye. kadın tripleri "Beni en yüksek reddetsin o zaman." gibi muhabbetler akabinde baş komiser herhalde ile görüştük ikişerli olarak. Avukatla görüştürmediler, “Gerek olmayabilir, bi bakalım.” dedi sadece kibarca. Olmadı gözaltına değil “gözlem altına” alındığımız için. İki Pınar'ı aynı anda çağırdığı için kendini çok sevimli sanan bir komiser de vardı, öyle dedi yani ben burda söz sanatı yapmıyorum. Diğer Pınar başladı, dışardaki masalarda içme kısmını sokakta içme olarak anlattı gibi olduğu için bir süre Kadıköy’de sokakta içilme, işeme sorunlarından bahsedildi. Bana gelince "Aaa iç mimarsa bırakalım bize yardım etsin, burada lazım haha." gibi espriler. "İç mimar değil, mimarım, mimar onu da yapar." gibi bir muabbet. 

 "Neden buradasın? Nabıyosun? Amacın ne?" gibi sorular yoktu. Mesleğin ne? Adresin ne? Nerede çalışıyorsun? Nerede yakalandın? Sadece bu kadar. Ne "direndim" diyorsun, ne "direnmedim" çünkü konseptte yeri yok. "Demokratik hakkimi kullanarak her zaman olduğu gibi Kadıköy’deki eyleme katildim." diyebilirdik ama oraya bile gelmedik. Yani bu "Alakam olmaz bunlarla dedirten bir durum olmadığı için." de minnet doluyum, yalan söylerken sırıttığımdan diyemeyebilirdim zaten. Ama o komiser nedense bize yakın gibiydi ya olabilir mi öyle bir şey?

Mimardı-iç mimardı. "İç mimar deme lazım olur."du derken baş komiser -heralde- olan kimliğimi masaya koyarken "direnmimar" dedi. Sonra ikimiz için "Hanımların bir olayı yok zaten (sicillerinde) bi Taksim'e gitmişler." dedi. "Oo dedim fiş yapmışız." Demedim tabii ki. 

Daha gevsek olan, "Mimari bırakalım, Kartal kalsın bence, zaten o şurada gerekirse alırız, iç mimar ehe ehu." falan.. Neyse ikimiz de çıktık. 

"Kusura bakmayın, sizi de rahatsız ettik." dedi. "Biz de sizi ettik heralde." dedim. Bizden önceki kız odaya geri döndüğü için, kapı gösterilince az da şaşmadım değil. 

Canım Kadıköy yerine başka bir karakola gitsek böyle mi olacaktı insanlar bilmiyorum. Eve yürüyerek çok uzatmadan dönebilmek iyiydi, 13 kişi sağlık kontrolü için götürüldü. Onlar da sonradan çıkarılmış duyduğum kadarıyla. 

*Nüfuslu sandığı kişinin asistanı olan, kızı çevik kuvvet olmak isteyen ablaya, hepimiz daha odadayken gelen polis, "Hanımefendi sizi bundan dolayı tutmayacaktık ama siz aranıyormuşsunuz, bırakamicaz. Kacak elektrik davanız varmış." dedi. Kadıncağız, "Ya iste eski kocam ah falan." toplamaya çalıştı ama orda bi otobüsün içinde o çevik kuvvete yanlamicaktın.

Daha once gözümün önünde olan ya da içinde bulunduğum her direnişte çevikin olayının insanları bir yere yaklaştırmamak, dağıtmak; sonra yer yer kovalamak, sıkıştırmak ve eziyet etmek olduğunu biliyorum. Ama çevikin Kadıköy’de neyin peşinde olduğunu da anlamadım. O kadar büyük kitleyi Havuz’a kadar sürmenin, elinin değdini almanın anlamı neydi? Taksim'de kendimi gazdan koruyamasam da saldırı anındaki polisten uzak durabiliyordum, Kadıköy'de öyle bir ortam yok, gaz fişeğine evet ama müdahale anında polise ilk anlamadığım günler hiç bu kadar yaklaşmamıştım. "Hadi geçelim yerlerimize." bir durum değil miydi polisle olan? “Anne merak etme biz arkalardayız.” denebilecek bir durum olamıyor, içine giriyor; Taksim’de seni İstiklal’den kovalar, sen kaçarsın, gitmek istemez geri gelirsin ama Kadıköy’de saçmasapan bir durum var tam ifade edemediğim, her gün başka bişe düşündüğüm için fazla uzatmak istemediğim. Çevik dağıtmak değil, dalmak ve toplamak çabasında ve ne profesyonel –kendisinin marjinal adlandırdığı-, ne havai fişek atanın, sadece bir otobüs insan toplama peşinde gibiydi. Bu yüzden de işin içinde bir bit yeniği olması olası.

Karakoldakilerin de çevik kuvvetin zekasına hayran olmadığını düşündüm o an. Geçende başka bir kişi daha bunun muabbetini yaptı. Dumas’ya selam vererek çevik hakkında genellemeye girmiyorum ama hiçbir şeyi “gibi yapacak” bir kitle olabileceğini düşünmüyorum. Ama çevik bana direnişin ilk gününden beri Lenny hatırlatıyor. Vicdan, politik görüş bilmiyorum ama o gruba istediğini yaptırabilirsin yani şaşıyodum da şaşmıyorum artık, bazısı gerçekten yüzüne bakamıyor, bazısı da bildiğin senden nefret ediyor ki kendini rahat hissediyor öylelikle. 

Sadece Yeliz ile konuşurken olabilir diye düşündüğümüz şu durum var ki, bilmiyorum da tam, belki korkmadığını biliyorlar, belki yaptığının suç olmadığını; belki Gezi'den önce böyle bir kitleyle muhattap olmadılar, belki bu yolu bilmiyorlar; insanların kaçmaya çalışmadığı, ters davranmadığı, ona kötü davranmadığı bir yol bilmiyorlar. Aramızda bir kişi öyleydi ve ona bildikleri gibi davrandılar. Biz de ne atar yaptık, ne yalvardık, öyle dümdüz geçti. Biraz kendileri muhattap olma peşinde gibilerdi, sallamadık. Sallasamıydık iyiydi, yoksa iyi oldu çıktık gitti mi bilemedim. Ben bi an önce karakola gitmek istedim, Hande orada yanımızda olabilecek diye. "Sana bişe olmaz, merak etme." dedim kendime hep. Bence sizin de başınıza gelirse Akay'ın dediği gibi "Ben atarlanırdım heralde." gazına gelmeden, kendinizden de tiksinmeden, fazla muattap olmadan geçirin o anları. 

Şanslıydım, aynı grup içinde "olabilecek" en “ne desem bilemedim” çeviklere, polislere, amirlere denk geldim sanırım. Çevik amiri normal değildi de bana anormal davranmadı. Milletin yaşadıklarının yanında benimki ve genel olarak o gece çıkanlar için hiçbir şeydi, sadece vakit kaybettirdi. Hatta belki kafaya gelecek bi fişekten, yenilecek gazlardan korudu, dk. 5’de kırmızı kart ile oyun dışı kaldık kendi salaklığımızdan ama beklemiyorduk da tabi, her gün polis şiddetinden, yaşananlardan bahsederken ve öyle bir ortamdayken durumdan tırsmamam idrak edemememle alakalı olsa gerek. İstanbul'da deprem olacakmış diye 97'de ağlamaya başlamama rağmen, 99 depreminde ilk iş babamla devrilen lambaderin ampülüne bakmıştık mum yakıp, kırılmış mı diye; biz dışarı çıkarken, donla fırlayanlar evine dönüyordu bir şeyler giyinmek için mesela. Genetik herhalde. Sonra ikinci depremde kendimden geçmiştim. O gün de polis boynumdaki şalı alıp attıktan sonra da duvardan aşağı ona baktım, çok alakasız bi yerde değilse alarım sonra diye. (gittim yoktu)

Ben olanları anlattım, yorum yapmaktan kaçınıyorum biraz; hikayenin içinden gözlem altı gibi bir kavram yaratmasına ya da başka bir şeyine takılınabilir. Ben daha nerdeyim tam çözemedim. 

Bir bit yeniği varsa da yoksa da resmi olarak gözaltına alınmamışsak da ben sonuçta bölüm sonu canavarını gördüm. Bana “easy” modu gelse de, benim için yetti direniş. Sizi bilmem kendi açımdan başka tarz bir direniş bulmam gerek.

Sabahtan beri editliyorum, "Aaaay hiç korkmadım, çok cesurum." ya da "Polis de iyiymiş." demiş gibi durmamak için. Mevzu ciddi ve acı olabildiği için ciddi anlatmaya da çalıştım, teketekte eğlenebileriz. Bi de çoğuna kendi adıma anlatmak adına ben diye girdim ama kısmet yani aslında hiç yalniz değildim.

Hikayenin otobüs ve karakol dışından versiyonu da burada

May 27, 2013

Abula rasam

Böyle okyanus ötesinde kalakaldık. Ben de gönlümden temiz bu sayfayı ayırmaya karar verdim. "İş oluyor." diye çiçek de istemediğini bildirdi. Nerden biliyosun belki göndermeyeceğdik.

Küçükken düşünüp -bunun için niye düşünmem gerekmiş bilmiyorum- annemle aramda babam, babamla aramda annem var diye düşünüp, kan bağından en ve tek yakınımın ablam olduğunu farkedip yakınlık derecemi buna göre kurgulamaya karar verdiydim. O zamanlar ilerde de pek anlaşamicaz sanıyordum lakin. İlkokul 1'de sınıftan bi sürü arkadaşım, abisini ablasını bekliyordu çıkışta, merdiven başında. Bir gün sırf ortamlara özentimden ben de ablamı bekledim onlarla, sanki her gün beraber dönüyoruzmuş gibi. Beni görünce "Salak mısın, ne bekliyosun?" gibi bi tepki vermişti. 50 cm insana bu yapılır mıydı? =P Bi kere yağmur yağdığında kendi montunu çıkarıp benim üzerime kapatarak beni okuldan getirdiği gibi bir efsane de dolaşıyor ama ben bunu hatırlamadığıma ve annemin gelmeyişine bakarsak acaba annemin o aralar aramızda olmayan sıcaklığı yaratmak için uydurduğu bir hikaye miydi diye düşündürtüyor. 

Paylaştığımız, birbirimize destek olduğumuz, birlikte göğüs gerdiğimiz anlar da vardı tabii ki. Saklambaç oynadığımızı ve annemin yumduğunu (böyle de bi fiil vardı ya) sandığımız oyunlarımız vardı. Bi süre sonra pes edip saklandığımız yerden çıkıp annemin aslında amacının -muhtemelen bensiz- komşuya gitmek olduğunu anladığımız anlarda sadece ikimiz vardık bu dünyada. Aynanın karşısına geçip ekmek bıçağını (hani vardı ya bej saplı) ağzına sokarak artizlik yapıyodu. Çat diye koymuştum bıçağın sapından. Evrenin "Artiz öyle olunmaz böyle olunur." deme şekli. Sonra ben ondan çok ağlamıştım tabi. Zaten bi şey yokmuş, annem gazlamış ben daraliyim diye. 

Benden önde giden bir inek olduğu için bana bela da olmuştu öğrencilik hayatımda. Ben ne istediğime ortaokulda karar vermiştim ama bir gece benim ÖSS zamanı, dış mihraklardan rica edilmiş sanırım, çalışmadığım için beni gazlamaya geldiydi. Babamın "Mimar olup da aç mı kalıcan?" nifak tohumları da olabilir. Nası bi gaz verdiyse o gece ÖSS olsa Bilkent Genetik'e burslu giriyodum yani o derece. Ertesi güne geçti hamdolsun.

Çok güzel doğduğu için, benim doğumdaki çirkinliğim de daha fazla battı bence misal. Ben cadı olduğum, o mülayim olduğu için benim uğrunda savaşmam gerekenler ona zorla alınırdı, bu da beni çok bozardı çok. Ben zorla eve sokulurken, o zorla evden kovulurdu. Muhtemelen sokakta sadece konuya komşuya ayıp olmasın diye selamlaşıyoruzdur. 

Sabahları lanet kalkar, bi anda gülerken tersleşebilirdi. Büyüdükçe serpildi bu konuda da. "Televizyonun sesini kısın." hayatının o dönemki mottosuydu zaten. İçerde atom parçalıyor sanıldığından bişe de diyemiyosun lanet girsin ki. İkizler üssü İkizlerdi. Bazen çok severdim, aynı odada kalmak isterdim, hediyeler verip; sonra nefret edip hepsini geri alırdım. Annem içeri girince ağlamaya başlardım, gidince susardım. Bazen ben olsam beni döverdim. Ki dövülmedim de değil. Güldükçe daha da. Günlüğünü okuyup, replikler paylaşıyordum mesela. Öldürsen ceza yemezsin bir durum aslında.

Evcilik oynamak yerine, "Yataklar okyanusta, arada köpekbalıkları geziyor, atla buraya sakın yere basma." gibi psikopat senaryolarla çocukluğumdaki fobilerin kaynağı, ışığı kapatıp yatağa uçarak yatmalarımın sebebi oldu. Yılan korkusunu başıma saldı. Ansiklopedilerde yılan fotoğraflarını açıp elimi zorla üstünde tuttururdu.

Sene 92. Bütün ülke olarak Saddam'dan nefret ediliyor. Bu manyak bana dadanmış, "Seni Saddam'dan aldık, evlatlıksın.", "Ya bi yürü git diyorum." ama bi yandan da kendimi de ailede kimseye benzetemiyorum falan heralde o seneler, kıllanıyorum. Babama şikayete gittim. O da normalde konuşmaz, konuşmaz olayı uzatacağı tuttu, ablama döndü ve "Seni doğuracağımıza taş doğuraydık iyiydi." diyeceğine, "Neden şimdi söylüyorsun bunu, zamanı mıydı?" minvalinde bir şeyler dedi. !!!!!!!!!! Burdan Kuzey Irak'a kadar ağladım. Annem ikisini de dövdü ama ben hala Saddam lafı geçince bi.. Neyse bu konuyu kapatalım. 

İçmek istemediğim bütün muzlu, muzsuz sütleri; portakal sularını öğüttü. Çok fedakardı canım. Yumurtanın sarısını o, beyazını ben yerdim. İyi bi takımdık. (Neden benim küçük kaldığım belli oldu bu arada.) Çekirdekleri soyup biriktirip birden yeme gazına getirip, benimkileri yemişliği de oldu. Jelibon, bonibon gibi zamazingolarını önceden bitirip, benimkilere sarkardı. Ben de onun arkadaşlarına sarktım, "Ah o odada ben de olsaydım." diye hayaller kurduğum günler, genelde aldığım cevap "Bizimle değilsın." oldu. 

İngiltere'den döndü üzerinde C yazan bi ayıyla. Camillo diye bi çocukmuş. Camilla diye bi kız diye yedi ya beni. Daha doğrusu ben bunu nası yedim hala bilmiyorum.

En çok eğlendiğimiz zamanlar, gülmememiz gereken anlardı. Biri cümlenin içinde İngilizce kelime kullansa - o zamanlar toplum bambaşka bir noktadaymış-, bir şeyi yanlış telaffuz ettiğinde tek başına olsan sallamicağın bi durumda, ikimiz olunca patlamamak için birimiz illaki kaçardı. Kaçamadığımız zaman vardı, Aliağa'da bir otel odasında misal. Annem "Susun, adam yarın araba kullanacak, uyuması lazım." dedikçe biz sanki bir Cem Yılmaz gösterisindeymişçesine gülüyorduk. Babam da uyuyodu hea, annem bence kendi derdindeydi. Cem Yılmaz demişken, beni lisede BKM'de Cem Yılmaz gösterisine götürerek çok cool bi insan yaptı bence. Burda hava atıyorum misal bak.

Benim için Bon Jovi, Clementine ablamdan bana kalanlardı. Annemle ilgili bombalarda en iyi anlayandı haliyle. Teyze kızları da fena değil tabi bu konuda. Aklıma bi örnek geleydi iyiydi. 

Seneler içinde periyodik olarak "Sana bundan sonra Pelin diycem." gazına geldim. Hepsini de cool bir tavırla karşıladı ve yine olmadı. Bundan sonra da zor, zaten pek isteyen yok, çok Pelin var senin adın "Abla" olsun. Babama "Çok baba var, senin adın Kemal Baba." olsun esprisini yaptıydı, before it was cool. Komik kızdı vesselam.

Şimdi benim için her zaman destek, destek gerekmese de bi rahatlık kaynağı, yüksek yerde tanıdık, saçıyla övündüğüm teyzem oluyor. Skype üzerinden sesli sözlüğüm, İngilizce editörüm. 

Abula rasam, pamuk yüzlüm, iyi ki doğmuşuz. Senin kardeşin olmak gurur, öz-güven ve teşekkür kaynağı oldu her zaman. Hintli birini enişte diye getirmediğin sürece de bu böyle devam edecek.

Seni seviyorum.

May 23, 2013

Hepimizin bağımlılığı


“Instinct of love toward an object demands a mastery to obtain it, and if a person feels they can't control the object or feel threatened by it, they act negatively toward it.” 

der Zigmund mein Freund

May 21, 2013

Bu aralar kahramanım

"Everybody does stupid things, it shouldn't cost them everything they want in life." House MD

"Yes, please" Pın

May 20, 2013

Feylesof

Ilkini kizin, devamini House'un soyledigi anlasiliyor herhal?