Nov 18, 2010

there is a light that never goes out

bayram tatilinde anneye bağışladığın bilgisayardayken "nasıl şarkı indiriyoduk?" sorusuna istinaden şu bana şarkı indirmek için soulseek'i önerince, geçmişen kalan downloadlar teker teker bitmeye başladı. 30 40 tane "the smiths - there is a light that never goes out" kah inmeye, kah bulunamamaya başladı.

tam bi sene geçmiş şu filmi izleyeli. neden 400 demişim ben de bilmiyorum. 400. günlerimizde gibiydik diye mükemmel bi espri çakmışım yine. bi de yeni bulduğum fontlarla şöyle bir kroluk yapmışım. utanmıyorum hayır. blogspot çirkin etmiş.

artık posterous gibi bi teknoloji varken şarkı söyleyeyim dedim.

sonra başka bişe daha keşfettim. müziğe geri başlayınca sonu gelmiyo. indirebilirsem onu da paylaşıcam.

There Is A Light That Never Goes Out by The Smiths  
Download now or listen on posterous
The Smiths - There is a light that never goes out.mp3 (7667 KB)

Nov 3, 2010

doğmamış çocuğuma mektup

yavrucuğum,

doğduğun gün zaten kulağına ismini değil "bencil ol" diye fısıldıycam ama yine de bi yazayım dedim. sen şimdi benimle yaşadığın için herkesi benim gibi sanıyo olacaksın ama yok o iş öyle olmuyor. babana bile güvenme (hee atasözü diye dedim ben de evet).

hayatta en büyük hayal kırıklıklarını insanların bencillikleriyle yaşayacaksın. o yüzden hem buna hazır ol, hem de bencil ol. bana değil tabi. bi bakacaksın ki herkes sadece kendini düşünüyo, seni en çok sevdiğini sandıkların bile. zaten en çok da o koyuyo tahmin edersin ki.

sana en büyük diyeceğim odur ki sen de sadece kendini düşün. karşı tarafı anlıyomuş gibi yap, üzülüyo gibi dur, sonra "işime nası geliyo benim?" diye bi dur düşün, işte al o cevabı onu yap. (burda denendi %100 çalışıyor).

doğrusunu bil ama yapma. aramızda yaparız biz onu. he "anne ben zaten benim içinden hep bu geliyo." dersen. seni doğuracağıma taş doğuraymışım, babana çekmişsin.

Sep 22, 2010

Bi' 3. Köprü vardı ona ne oldu?

3. Köprü kararı hükümet beni referandumla oyalarken 1 Eylül'de askıya alındı. Askıya alınmak ne demek ben de tam öğrenmemekle beraber itiraz hakkının 1 Ekim'de dolduğunu öğrenmiş bulunmaktayım. 

Konuyla ilgili Toplum için Şehircilik'in "3. Köprü'yü yapmak isteyenlerin amaçları nedir?" sorusuna cevapları budur:

"Bu soruya verilecek cevap 3. Köprü'ye karşı mücadelesine destek veren ve katılan geniş toplumsal kesimlerin elini güçlendirmek bakımından önemlidir. Proje eğer AKP iktidarının ifade ettiği gibi, trafik sorunun çözümüne yönelik bir arayışın eseri olsaydı, alternatif güzergâhlar, projeler veya başka bir takım alternatif öneriler üzerinden bir mücadele yürütülebilirdi. Ancak, iktidar da dahil olmak üzere, hemen her kesim farkında ki 3. Köprü'nün trafik sorununa çözüm olmayacak. Yine konuya biraz aşina olan herkeskapsamlı ve kalıcı çözümün toplu taşımın sistemli ve kapsamlı hale getirilmesiyle sağlanabileceğini biliyor. Peki, bu ısrarın sebebi ne?

Temiz havanın ve suyun ücretsiz olduğu günler çok uzak olmasa da, birinin kullanımın diğer kullananları engellemediği kamu malı niteliğindeki hava, su gibi doğal değerleri bile metalaştırmak için planlı kıtlıklar yaratılmasını öneren liberal ideoloji ve politikaların geçmiş oldukça eskidir.. Ancak, piyasacı değerler için, 1980’in özel kırılma anlarından biri olduğu aşikardır. Bu tarihten itibaren hakim olan politikaların toplumsal kazanımların ve kamusal değerlerin ortadan kaldırması bakımından gerici bir nitelik taşıdığı açıktır.

Konuyu soyutlayarak basite indirgediğimizde “kamusal değerlerin/zenginliklerin özel çıkarlar için işgal edilip, sömürgeleştirilmesi” tanımı bizlere geniş bir örneklem alanı sunacaktır. Somut olarak da açıkça görüleceği üzere, parkların, yeşil alanların, orman alanlarının, kıyıların, eğitimin, sağlık hizmetlerinin, diğer kamusal hizmetlerin özelleşmesiyle, sendikal hakların ortadan kaldırılması, çalışma koşullarının zayıflatılması, 3. Köprü’nün yapımı aynı projenin dayatma ve sonuçlarıdır..

Yakın döneme dönüp hafızalarımızı tazeleyecek olursak, özelleştirme/mülksüzleştirme süreci en yalın haliyle, Başbakanın “ülkeyi şirket mantığıyla yöneteceğiz” “benim görevim ülkeyi pazarlamak” sözleriyle ifade edilebilir. Tekrar sorumuza dönecek olursak, şirket gibi yönetilen devlet ve birimlerinin temel hedefinin kamu yararı değil, kârlılık olması doğal bir sonuçtur. Dolayısıyla tüm bu süreçlerden toplumun payına düşen hizmetler, seçim öncesi dağıtılan kömürlere benzer biçimde, yine belirli bir takım çevrelere rant kazandırmakla birlikte, seçim öncesi alelacele hizmete sokulan metrobüs gibi görece kolay ve kısa vadede sonuç veren hizmetler olacaktır.

Öte yandan, İstanbul’un trafik sorununun gerçekten çözümüne yönelik yatırımların taşıdığı kamusal hizmet değeri AKP iktidarı için küçük bir karı ifade ediyorken; Istanbul’un en kuzeyinde, orman alanlarının ve su havzalarının bulunduğu, 3. Köprü güzergâhı için seçilen alanın talanı, İstanbul’dan elde edilecek en büyük vurgunlardan biridir. Öyle bir vurgun ki; getirisiyle nice “gemicik” filoları kurulabilirsiniz. İktidara yakın şirketlerin güzergâh üzerinde topladığı arsalar ise merkeziyle, çeperiyle zengin bir iktidarın yükselişini haber vermektedir.

Sonuç olarak, bizler, mücadeleyi olabildiğince siyasallaştırıp salt kentsel bir mesele olmaktan çıkarmalıyız. Elimizdeki tüm araçları en iyi biçimde değerlendirmeliyiz. İktidara “seni alaşağı ederim”mesajını verebildiğimiz noktada, başarı şansımız artacaktır. Toplum İçin Şehircilik, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin askıya çıkardığı 3.Köprü Planına askı süresinde itiraz edilmesi için duyarlı tüm kesimlere kurumsal ve bireysel itiraz etme çağrısında bulundu. Amacımız, sadece meslek odalarının değil, toplumun geniş kesimlerinin sürece ortak olmasını sağlayarak, bu kısa sürede, elimize geçen bu aracı, iyi değerlendirerek en etkili tepkiyi yaratmaktı. Bu karşı çıkışa geniş bir toplumsal desteğin sağlanması, meslek odalarının, kentsel dönüşüm mahallelerinin ve duyarlı tüm kesimlerin itiraz etmesiyle somutlaşacaktır. Bu durumun vereceği mesaj 3. Köprü'nün kolay lokma olmadığı ve yutmaya çalışanın boğazında kalacağıdır. Tüm İstanbul halkına özel çıkarlar için değil, kamu yararı için kentine, mahallesine, ormanına sahip çıktığını gösterme olanağı verdiği için de önemli bir fırsattır."

Sizin verdiğiniz cevap sizi rahatsız ediyorsa dilerseniz bir dilekçe örneği tam da şurda

Görsel: Hakan Tüzün Şengün'ün şu ve şu yazılarda kullanılan ilüstrasyonu.

Posted via email from enola is seriously gay

Sep 7, 2010

salaksınız evet.

bu yazı hiç de anayasa paketi bilenlere değildir. biliyosanız çıkın, ben burda adam dövücem.

ece temelkuran gibi girmek istiyorum: ben bu topa girmezdim ama neyse. ben politikadan anlamam da takip de etmem, yapmak da istemezdim ama evet, hayır farkmaz, elalemin evetini hayırını, boykotunu alana laf sokmak istiyorum atam. tek amacım o. "evet"ini bilene hürmetler..


anayasa değişiyomuş referandum oluyomuş muhtemelen çoğunuzdan da geç öğrendim. "referandum var bu hafta son gün listeler için son gün, akp'nin oyunu höey löy" diye bir serzenişte yine sosyal medya gazıyla bi baktım, neye oy vereceğimden de korktum, "maddeleri bilmiyorum atam" diye daraldım. "neyse yaee babama sorarım" dedim. soramadım mantar olcam sandım meğersem madde zaten yokmuş.

"ben maddeleri bilmiyorum, o yüzden neye oy vermeliyim bilmiyorum" diyeni anlamasam da saygım sonsuz, bence zaten hiçbirimiz bilmiyoruz. bu oylamayı bu şekilde kabul etmediği için oy kullanmayanı anlıyorum, ama zaten onun bi karşılığı da şıklarda var da neyse. ama bilmediği halde "biliyorum ve böyle tercih ediyorum." ayağı yapana o ayak girsin afedersin.

ben bu anayasayı insanların evetini anlamaya çalışırken çözdüm. ironi ve maiotik, yunan atalar görse bizimle gurur duyar. orası doğru ki ben "akp" ve "güven" bir aradaysa ona zaten "hayır" diyerek doğdum (o kadar gencim =)). benim gibi bakan biri bile ilk bakışta aslında bu iyi olabilir diye düşünebiliyor bu maddeler için. "hepsi kötü" zaten chp'nin yalanı.

şimdi ise
hande'ye dakikada bir soru soruyorum. sonra başını unutuyorum. sonra aynını tekrar soruyorum.

ama şu bariz: anayasa mahkemesini cumhurbaşkanı atayacak olduğu maddede kabak gibi yazıyor. bunun üzerine, "bundan kelli her mimari projeyi pınar onaylayacak dese ne yazar?" şimdiki cumhurbaşkanına bakıyorum zaten görev süresi bitene kadar bizi düzer, burada "zaten görev süresi dolmak üzere" diyen malı da gördüm ona gelsin. "halk seçiyor zaten." diyeni de var.

her yerin "evet"le donatıldığı, kurana el basılarak erzak dağıtıldığı; yarısı okumamış-cahil seçtiği cumhurbaşkanının da halkın iradesi olacağına inananı da suçlamak istemem ben tabi? hükümet halka bişey sordu mu o zaten %100'den başlayıp, muhalefetin ve insanların ne kadar anti olduğuna bağlı olarak aşağıya iniyor. ama kime oy versin, nereye savrulsun bilemeyen insanlar (burada okumuş cahiller de dahil) var. bir de bi yere bi noktadan bağlı olan var daha önce serzendim. hükümetle ilişiği, beklentisi olan herkes maddi, manevi bu başbakana destek vermek zorunda çünkü 13 eylül sabahı yine başbakan o. bu ne isteyeceğini haklı ve haksız olarak bilemeyen topluluğun gerçekten doğru bilgiyle ve yönlendirilme olmadan sandığa gittiğine inanıyorsanız, yaşasın cimbom bu sene de nanay. ne desem bilemedim.

doğru düzgün bir seçim sistemi olmadan hiç bir şeyi "seçilmişler" üzerinden meşrulaştıramadığınızın farkında mısınız?

herkesin herkesi bişeyleri bilmemekle suçladığı günlerde ben de bu furyaya katılıyorum. siz de bana diyebilirsiniz, çünkü çoğunluğunu ben de bilmiyorum. bu genel hayırcı davranışı evet. bu paketi ve anayasa maddelerini anlamak bizim için çok zor. bununla kafayı bozmuş olsanız bile. biliyomuş ve madde okuduğunda anladığını iddia edip birine madde kopyalayanı gördün mü kaçıcaksın. her çeşit insanla tartıştım hatta bi tanesi "hayır" diyordu?! ben de bilmiyorum neden. ama biri sana madde kopyalıyosa engelle. en aymazı o.

adalet bakanının hakları, darbecilerin yargılanması için gereken iç tüzük değişikliliği, geçici maddeler, cumhurbaşkanının görev süresi vs biri anlatmasa çözmek çok zor, zaten hebsini sana kim anlatıyo da oy vermeni istiyor? çünkü sunulan başlıklardan, maddelerden pek bişe anlamıyosun.

"hsyk üyelerini cumhurbaşkanı seçiyor, cumhurbaşkanını seçiyor, adalet bakanı kurul başkanı, zaten şimdi de kurul başkanı, ee?" diyen salak "yeni anayasa eskisinden daha bağımlı mı olur?" bunu düşün. "yargı şimdi de bağımsız değil" diyen gerizekalı, "yargının üzerindeki hükümet yetkisini artırınca hidayete mi eriyoruz?"

zaten olay siyasi seçim, taraf olmazsan bertaraf olursun bir ortamda herkes haliyle taraflı taraflı anlatıyor, açıklayan hukukçular da yargının içinden olduğu için taraflı olarak kabul edilenler. ve hukukçular hariç kimse bütüne dair bir bok bilmiyor. bilmeyen hukukçular da vardır da anlayabilecek tek insan grubu onlar. onun dışında her yazıya "çok uzun" diyen insanlara neyi okuttunuz, neyi açıkladınız da karşılığında önemli bi karar verdiriyoruz. burdan "dağda gezen çobanla benim oyum bir mi?" çıkarımını yapan güzel bi kızsa konuşayım, ötesinde çirkinlerle konuşmuyorum.

bu yüzden de önce herkes bi sustu, sadece anti-akpliler ve akpliler tarafını bildirdi. ben zaten ilk gruptayım. diğerleri, arkadaş grubunda saygın bi politik görüşü olanı bekledi, grupta bi genç sivil olan varsa "bakalım ne diyecek biz de onu deriz" gibi; "demokrasi miydi lan yeni moda, o hangisinde var şimdi? evet o zaman" gibi moda akımlarını; bi kısmı takım gibi tuttuğu yazarı; birileri de heralde ve malesef sezen aksu, toraman, lale mansur gibi ünlüleri bekledi. onlar açıklandıkça insanlar da açıldı. onlar da kendilerini sağlama aldılar bekliyolar. gerçi ben toraman'ın hükümet yalakalığından değil bilmediğinden "evet" deyiverdiğini düşünüyorum.

bir fikrin olur onu destekleyen birilerini görür ve insanlarla paylaşırsın "bak adam açıklamış, benden iyi" diye onu bilmem ki ben kendimi ece temelkuran'la destekliyorum, bi yandan da temellendiriyorum evet. ve geçende benim düşündüklerimi dile getiren adamın kim olduğunu hatırlamıyorum misal. bu yüzden "taraf" kafasındasındır "taraf" seni temsil ediyodur o ayrı. ona olmayan saygım sonsuz. ?. neyse.

bu anti-akp ve akp gibi rengini bilmeyenler, diğerleri bir "
taraf"tan "ulusalcı olmamalıyım sanırım herkes ona küfrediyo." diyerek ne desin bilemediği için ulusalcı bildikleri "hayır" dediği için "evet"e yakınsadı. çünkü "82 anayasası değişiyormuş haaanıım" gibi bir bilgi var ortada.

bir taraftan ufuk uras ve baskın oran'a oy veren 2. bölge cihangir ve 1. bölge kadıköy entelleri var. ki bunu laf sokmak için söylemiyorum. keza 3. bölgede olduğum için üzülmüştüm. kısa sürede geçti hissiyatım o ayrı. baskın oran ya saf, ya anlamayan benden daha yanlış okuyo maddeleri. ona başka yafta uygun görmek istemiyorum yine de. ufuk uras da zaten heralde kankalarla beraber, ben de bıraktım artık kankalar da bilemedi ben de nerede bilmem.

"ahmet insel evet demiş, ben o adamı severim, evet diyeyim", "yıldırım türker boykot dedi" ya da "yılmaz özdil hayır diyor." gibi "bütün sene paylaştım ayıp olmasın."cı koltuk altı radikalciler, internet kahramanları gözümde hiçsiniz. burada ne radikale, ne paylaşanlara ne de o adamları okuyanlara ne de kendim sözüm, ben de sizdenim. bi başkası buyursun bize laf etsin o ayrı. yine de "illa ben alıncam lan" diyen varsa buyursun.

evetten dönen boykotçular istemem ama yan cebime, "hem ağlarım hem giderim" zaten onda hata yok. barajı öğretemediğimiz bu insanlara muhtemelen boykotun da nedemek olduğunu anlatamayacağız. hayırcılar için boykot evet demek, evetçiler için de hayır demek. o yüzden iki taraf da dengenin hassas olduğu bilgisiyle kendine çekmeye çalışıyo. başta "boykot evet" demekti, evetçiler "boykot hayır demek" diyorsa bi umut var.

burada olay evet ya da hayır demekten öte neye evet neye hayır dediğini bilmek. dememeye karar veriyorsan da kendi kararın olsun.

geçmişinden bi politik fikir, aileden, çevresinden öğrendikleriyle gelende sorun yok; "evet"ini de "hayır"ını da biliyor zaten. kapasitesine göre de bunu destekleyebilen donanıma sahip, ya da sadece yardırıyor. girdiği kabın içinde hangi politik görüşü savunmak gerek bilemeyenler var. en fenası da bu görüşünün nerden geldiğini bilmediğin adamın görüşünü savunanlar. "adamın demokrasisi belki 7 düvel molla geçmişinden geliyor ne biliyorsun da peşine takılıyorsun?"la tam tersi, "adamın atatürk diye tutturması atatürk'ün 99 halinden belki senin en istemediğin haline evrilmişinden neyi savunuyorsun?" baskın oran'a oy verdiğini sandığın antin kuntin görüntülü adamın evinde akpli mi chpli mi olduğunu ne biliyosun da şu yaşına geldin politik görüşünü ondan araklıyosun? olmasın bırak. belki adam yandaşlıktan para yiyor. belki o anayasa mahkemesinin atatürkçülerden arınmasını istiyor, sen sadece özgürleşiyor yalanına inanırken. belki adam sadece askeri diktadan kaçınıyor, sivil diktaya bayılıyor; sen sadece diktadan uzaklaşmak isterken.

bana garip gelen; köprüye karşı çıkmayı, rte'yle ilgili fotomontajlara kopmayı, badem bıyıklı geri kafalı yöneticilere saydırmayı, kentsel dönüşümlerle ilgili söylemlere bayılmanız. ondan öte akp'ye oy verdiğini söyleyip, "nasıl acıktım bilemezsin.", "doğru diyosun ama farz bu" diyen şeriat gelse "buyursun gelsin" diyen insanlar da var etrafta, onun görüşü net. ne kadar alt tabaka bile olsa onun yönü belli.

paketi bilenlerle bilmeyenler, evetinin de hayırını da ne olduğunu bilmeyenler, benim gayrihukukçu karakter ve politik cahilliğimle bile anladığım kadarıyla:

bu anayasa taslağının darbe anayasasını değiştirmek olduğunu söylemek bilmemektir, bilmiyorsanız böyle bir cümle kurmayın, araştırın babanıza sorun "kenan evren şimdi yargılanacağ mı baba?" diye; he böyle olmadığını biliyorsanız da bunu böyle gösterme şerefsizliğinden uzaklaşın. yoksa bu sıfatı kabul edin. buna hayır diyenleri de darbeci, militarist, ulusalcı* olarak görmeyin.

* bi de her akp karşıtına ulusalcı demeyi de bırakın.

darbenin getirdiği en bokumtrak şeyin yök olduğunu öğrendik. yök'ü kaldırmayan bir anayasanın demokratlığından söz etmek mümkün müdür? yök hükümetin tarafına geçti diye bunu kaldırmayan bir hükümetin yaptığı anayasanın demokrasi anlayışı hiç mi ipucu vermiyor?

bu anayasada seyahat hakkına dair sana bana değişen yok, şayet vergi borcun yoksa. bu "herkese benden yeşil pasaport" gibi sunulan sadece ona buna borç takan zenginler, "bizim tarafımızda olun, sizi yurtdışında okutacağım." söylemi sadece.

işçiye verilen hak yok. ben bile keşfettim ki iki sendikaya üye olmak işçinin gücünü artırmıyor, sendikanın gücünü azaltıyor. ve bunun yorumunu da şöyle öğrendim ki işçi yerine sendika dava edemiyor. her işçinin de takır takır hakkını aradığı bi ülkede çogüzel oldu bu yasa. hal böyleyken işçi, fakir zart zurt diye söylenen adamların "işçiye de bi ilerleme olmadı evet" demesi ya onun riyakarlığı, ya da onun cahilliğidir sizin ya da benim değil.

bir zamanlar küfür edilen avrupa'nın standartlarında bir anayasa ile yönetilmenin baraj olduğu sürece "at .... kelebek" olduğunun farkında olanlar hayır diyor.

bu anayasaya hayır diyenler sadece akp'ye hayır dediğinden hayır demiyor. böyle saçma salak bi gücün herhangi bir partiye, bir politik gruba verilmesinin abesliğine hayır diyor. çünkü böyle bir gücü değil 2011'de akp'nin, gelse 2012'de chp'nin de gerivermeyeceğine inanıyor ama bu sistemde kimsenin bi yere gidemeyeceğine inanıyor. sizin aksinize bir kısmı yargının bağımsız olamayışının tam bağımlı olmasından daha kötü olduğunu düşünmemek zorunda bırakılıyor.

hayır diyenler, 12 eylül'e duacı bi adamın 12 eylül'le hesaplaşmasının ikiyüzlülüğüne inanıyor.

hayır diyenler, bi anayasayı bi partinin, hükümetin değil bir meclisin yapması gerektiğini biliyor. bu meclis eğer "yeter" bi anayasa çıkarabilecek güçteyse halkın karşısına bununla gelsin, yok değilse gelmesin diyor.
"yetmez ama evet"çilerin neyin yeter, neyin yetmez olduğunu bildiğini varsayarak, akp'nin 2011'de onlara demokratik bir anayasa değiştireceğine dair duydukları bu derin güvenden ötürü kendilerini suçlamak istemiyorum (?) ama bi anayasada ya da her hangi bi yasada "tam değil ama yine de olur" nası bi görüştür? bunu anlamak kolay değil.

bir yanım da diyor evet gelsin, 2011'de neyle yetiniyolar görsünler. bu sırada istanbul hanımefendisilerin köydeki topraklarına, kültürlerinin üzerine barajlar yapılsın, davalar açılmasın; 12'de gece kulüplerindeki müziğin sesi kısılsın; kentlerinin her noktası kentsel dönüşsün; devlet dairelerine işleri düşsün, kadrolaşmadan daralsınlar, her türlü yasak kuyruklarından ayrılmasın, hep yanlı haber okusunlar, ailelerindeki insanlar o kafadan olmadıkları için koltuktan kaldırılıp bir çember sakallının selefi olsun, girdiği bütün sınavlarda birilerine sorular verilsin ve peşine düşen olmasın, her kulvarda hükümet kafası adamlarla tanıtılsın ve bi sürüsü. amin

az kaldı ben de kendimden kurtulucam. sora ellerimizde kadehler konuşuruz antinkuntin "bu ülke niye böyle" konuşmalarına. sanatın, sepetin, okumanın, mimarinin, tasarımın bi ülkede ilerlemek için tek gereken olduğuna dair hayatlarımızla.

şurası akay ve gıyabında bütün diyenlere gelsin: sizden farklı olarak, neyin ne olduğunu anlamak için sadece sanat ve sepetle ilgilenmenin, eğitilmiş gibi davranıp, dünyanın ve yaşadığın ülkenin gerçeklerini, vermesi gereken kararların olduğu gerçeğini yadsımayanlar ve bunun için çabalayanlar oluyoruz. politik itici güçler değil.

burası benim çöplüğüm bizim taraf eklemek istediği küfür, hakaret varsa buyursun, gerisi referandum tartışması burada yok. keza akp kafasında olmayanın "evet"inin de "yetmez ama evet"inin de samimiyetine inanmıyorum.

hayırlı linkler:


nuray mert: iki kere hayır

bu da bana hayırlı okumam gerek: yetmez ama evet

Aug 26, 2010

yandaş sanatçı

başlığı sözlükten çaktım.

bıktım politik olmaktan şerefsizim. muhalefet partisinden beterim. ya da daha iyiyim.

akplisini, arasında demokratiklikten muhalafet olmadığını iddia eden genç sivilleri de dahil kabulümdür. lale mansur gibi bi şey sanardık cahillerini de anladım. bunları avukatımla konuşun bıktım.

hükümetin içine etmesi için ant içtiği hasankeyf'e kendini adayan tarkan bir süre sonra kendini uyuşturucudan soruşturmalarda buldu. (bunu da dile getiren hülyaco'dur) akp nefretiyle yanıp tutuşan mehmet ali erbil paso soruşturuluyor zaten. ama hükümet yanlısı nihat doğan seda sayan'la birlikte olduğu için hiç ceza almadı. şaka şaka tamam.

habertürk'ün yaptığı ankette "hayır" diyenlerin bizzat bakan tarafından arandığını da biliyoruz.

hükümete karşı olanın bertaraf, yandaş olanın berhüdar olduğu gerçeği biy aydın doğan gerçeği olarak karşımızda.

bu ülkede herkesin kendine bir görüş aradığı zamanlarda kimin ne çıkarı, ne korkusu, ne göbek bağı var bilemezsiniz o yüzden tanımadığınız adamlara tutunmayın. ne biliyim babanıza sorun.

hayır diyen sanatçılara yazın beni yae. hiç bi açığım yok bi küçükken kaçak internet şifresi kullanardık.

Aug 25, 2010

arabesk

dün gece fazıl say'ı izlerken "ünlü ve yetenekli olsam kesin böyle olurdum." diye biraz rahatlayarak kararımı verdim. hatta kendisinden beklenmeyen bir "la havle" çekti içinden oturdu sanırım karşısındaki aymazı görünce. şimdi de tam da şu an gördüğüm haber üzerine çok fevri olarak yazıyorum:

müslüm gürses'i çok severim. arabesk hallerini değil tabi ki ama son günlerde yaptığı uyarlamalarla gönlümde taht kurdu.

misal arabeskin bence şahı orhan gencebay gibi değil müslüm gürses. orhan gencebay için müziğe bir şeyler kattığı söyleniyor ama adam kendine hiç bir şey katmadı senelerdir. arabeskti hala arabesk. ama nedense insanlar bir anda eskiden arabesk olduğu için sümüğünü atmadıkları adamı takdir etmeye başladılar. duman diye bi grup çıktı arabesk gibi söyledi. müslüm gürses ise farklı şeyler denedi, güzel etti. insanlar artık arabeski farklı bi yerde sandılar heralde içlerindeki arabeskçiyi açık etmeden korkmadılar. benim için hatasız kul olmaz, kroyum ama para bende hissiyatıyla bir. arada o hale gelerim. ötesinde krodur. neyse.

müslüm gürses farklıdır. biraz kopuk kendisi, çok mu yetenekli bilmem, ben olsam demezdim ama iyidir. arabeske ettiğim küfürlerde ona "sen şöyle kenara geç" derim.

sonra fazıl say ortaya çıkıp arabesk için arabeskten hiç hazetmeyenlerimize alnından öpme isteği uyandıran açıklamalar yaptı. insanlar elitist, faşist diye küfür ettiler çünkü çoğunluk arabesk. dün de cüneyt özdemir gibi ortalama bir adam onun neden kendisi gibi ortalama olmadığını sorguluyordu mesela. konum o değil.

avrupa basket şampiyonası'nda açılışta fazıl say çıkacakmış, iptal olmuş. ama şimdi müslüm gürses çıkıyormuş. bir anda insanlar fazıl say'a kızınca arabeske sahip çıkma özgürlüğüne sahip oldu. ezilenin tarafındayız ya. aslında görmek istedikleri hiç bişeyi beğenmeyen dahi (deha anlamındaki) adamlar ve onların yaptığı müzik değil. fiba da bakanlıklarla vs görüşmüş ve sonuçta müslüm gürses sonucu çıkmış.

akp'ye oy vermek, barajı bile bile oyunu kullanmak; fazıl say'ı dinlememek, arabeskten yana olmak; bunların hepsi zamanında özündeki yetersizin üstünü örterek yapılan tercihler. yetersiz burada yetersiz politik görüş, yetersiz sorumluluk gibi, gerizekalılık gibi hem hakaret yerine geçenler hem de karakter özelliklerine tekabül edebilir.

siz politik olarak değil kültür olarak hükümetteki badem bıyıklılar seviyesinde insanlarsınız diye, küfredildiği için tarafı olduğunuzu sandırtmaya çalıştığınız arabesk bir anda seviye atlamadı. siz seviyenizi ortaya koydunuz.

aslında "istediğiniz 82 darbe anayasasının değişmesi de değil, recep tayyip erdoğan gibi kasımpaşa ekolü bi başbakan" ayarı bi durum. davos'ta içten içe "of nası koydu adam lafı" diyenlersiniz.

kimse kendi sevmediği, kendini uzak hissettiği bi şeye laf söylendi diye kimseye bu kadar cephe olmaz. en fazla "aman salak" der umrunda olmaz. herkes içindeki orhan gencebay'ı savunuyor, kendinden uzakta duran arabeski değil. tepedeki birilerinin de ekmeğine yağ sürüyor.

Aug 20, 2010

bak bak yalan

ffffound'da yine otomatik güdülerle aşağı aşağı giderken bi görsele takıldım:

baktım bi postermiş. bi şeyi beğenince sayfasına gidiyorum. ve yine ffffound sağolsın yine bi site buldum: gigposters

daha önce dadandığım music philosophy gibi şeklen pek başarılı bi site değil. ama içerik olarak ondan 200 kat rasyonellik mevcut. içerik olarak benim şimdilik sandığımdan daha fazlası var görünen o ki.

bi yandan ne konserler olmuş diye yanarken bizde bu adamlar gelse bile gudik gudik posterleri olur. ki zaten anca bi festivalde olur onda da içkisinin logosunun yanında bir adı geçer. gördüğüm tek iyi poster afişlerini ghetto yapıyor, yapanın linkini bulunca vercem.

bu memlekete strokes gelseydi de sanırım anca böyle bir posteri olurdu:

asıl bi de bu ne demek biri bana açıklasın? ravonettes konserinde strokes görünüyor. yoksa geçen gün beğendim diye strokes varken onu büyük yazmazlardı heralde. başka açıklama istemez:

bu arada bileti de mi böledir bunun acaba. saklanası biletlerimiz de yok zaten. ne hayatlar var yareppim.

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 18, 2010

lirik poster

ffffound'da gezerken zilyon tanesi gibi sandığım bi poster gördüm:


yabancı kanalda memleket görmüş gibi oldum nedense. abimgiller sanıyorum ondan olabilir.

sonunda takip ettim ki böyle bir site varmış: music philosophy.

bir kaç tane sevdiğim insandan şuraya çaktım, yaraşır diye.

smiths'i ise ben de o şarkıya bir zamanlar mezar taşımsı poster süsü vermeye çalıştığım için koydum.

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 17, 2010

hoşlandığımız mekanlarda geçen gün

bi öncekinde de dediğim gibi filmlerde böyle içine düşesimin geldiği evler görünce dayanamıyorum. bugünümüzde de mammoth var.

filmi ilk izlediğimde de şunu yapmak istemiştim ama çabalarım doğrultusunda tek öğrendiğim filmin dışının new york, içinin ise isveç'te olduğunu öğrendim.

mammoth her şey mükemmel görünen ve bence de mükemmel olan ailenin tribe girmezsek film olmaz hallerinden bir film. kadın acil servis doktoru, adam bilgisayar oyuncusu! video game sektöründe yani. kötü değil kesinlikle. bi iç burkuntusu olmuyor değil. ama kazanana oynuyor insan o yüzden o burukluk yoksa mutlusun. spoil etmemeye çalışıyorum. çok bodoslama bir açıklaması var aslında. her neyse. bence izleyin. olmadı sesini kapar michelle williams ya da gael garcia bernal izlersiniz. hiç biri beni çekmez diyen siz aseksüeller için de şimdi evden bahsetmek istiyorum. ama insan değilsiniz o ayrı.

neyse hem güzel, hem zengin, hem de mutlu ailenin başına bişey gelmiş gibi vay başına gelenler! filmi.

yönetmen: lukas moodysson. isveçli kendisi. bundan kelli benim filmimde altta bir isveççe altyazı musallat oluyordu onlarsız olacağım diye zorladım ama olmadığı oldu. isveçce mesaj veriyorum gibi duran screenshotlar varsa da kısmet.

film new york'te geçiyo ama bu loft isveç'teymiş. bu eve asansörle çıkılıyo. terasında koşu bandı var. tabi o kısım new york'ta. evin girişinde bisikletler asılı, kocaman bir yastık var ki ailemiz üzerinde tepişsin güzel sahneler çıksın ortaya.

böyle de ne desem filme laf sokuyorum gibi ama tamamen kıskandığımdan. hatta şu an cenker'i oturttum başına izletiyorum.

bu güzel insanlar bir de güzel müzikler dinliyor tabii ki. ladytron merkezli, spoiler olmasın diye destroy everything you touch demiyorum.

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 16, 2010

hoşlandığımız mekanlarda bugün


sanırım ev mimarı olduğum için filmlerde görüp de çok beğendiğim evler kuşağında en son sardırdığım kore filmi "speedy scandal"ın büyük bir kısmının geçtiği cha tae-hyun'un evi oldu. mimari açıdan çok vurucu bir düzeni, planı olmasa da zevkle döşenmiş, iç mimarlığından çok dekorasyonunu sevdiğim bir ev. şarap kavı (paşabahçenin dilime kattığı şu kelime), bang&olefsen müzik seti.

film şener şen - ayşen gruda tarzında romantik-komik. zannımca eğlenceli. elalemin alt yazı/çeviri kabiliyetine kalmış, uzak diyarların espri anlayışı tabii ki nokta atışı yapmıyor. ama güldürüyor, iyi hissettiriyor.

beğendiğim mekanlarda geçen filmlerin mimarlarını bulmak kolay ama iş iç mimari olunca bulmak zor özellikle bi kore filminde. aradım ve bulamadım ve ben de filmden screenshotla işi halletmeye karar verdim.

filmin en iyi tarafı bence sanat yönetmeninin işi olduğunu sandığım işi yapan. jenerik konusunda top kimdeyse önünde saygıyla eğiliyorum. fikir çok yeni değil biliyorum ama uygulama hoş. ilk görsel jenerikten diğeri evden. mekan seçimleri totalde güzel, açılar da keza ama bütün filmi tekrar izleyerek screenshot alamadım.

çekik filmlerini pek sevemiyorum, çünkü insanları pek karıştırıyorum. sanırım burada ana karakterler bir kadın-bir erkek-bir çocuk gibi birbirinden farklı üç tipolojide olmasından takip etmekte sorun yaşamadım. onun da ötesinde ben sevsem de sevmesem de koreliler sanırım bu işi biliyor.

bence izleyin.

*filmde yiyilesi çocuklara ek var.

posterous'da pek çok fotoğraf var, burda yok isterseniz

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 5, 2010

"underrate" kelimesi.

leonardo dicaprio hayatımıza güzelliğiyle giren bir erkek evladı. zamanında titanic'e giderken "ay öf leonardo olmasaydı keşke" diyip sanki gelse bize yüzüne bakmayacakmışız gibi bi havalara girmedik mi girdik. sonra filmi izleyip "allaaam ne güzel adammış" da dedim ben şahsen. şimdi erkek olarak çok beğenmememle birlikte hayranımm. adamın filmlerini izledikçe o triplerden artık çıkmak gerek. çünkü gerçekten çok çok çok iyi oyuncu.

benden güzel, biliyorum senden de.
ama yazık ki leonardo bu fiziğini korudukça;

"güzel erkek sevmem ben", "aktörleri dış görünüşüne göre değerlendirmem." diyerek -12/15 yaş arası çıtırlar hastası oluyo diye- gidip daha yaşlıcanalarına hayran olan -sanki (misal) marlon brando zamanında leonardo kadar güzel bir adam değilmiş de çatallı sesinden keşfedilmiş gibi- sırf leonardo senden benden güzel bi erkek diye oyunculuğunun değerini bilmeyecek kadınlar ve onun güzelliğini kıskanacak erkekler yüzünden oyunculuğunun değeri göz ardı edilecek.

biz 50/60'a gelince görmiyim hiç birinizi buralarda. rezil ederim torunlarınızın yanında.

beni beğenmeyenler bunu da beğenmedi hee he:
ve şimdi de inception

ps. ben gibi düşünmeyenler için ne zaman "bi bildiği olabilir" diye düşünecem atam ben?

Jul 10, 2010

gözümüz açıldı gönlüm daraldı

geçtiğimiz 29 mayıs'ta karşılaştığım sahneyi ne zamandır anlatmak istiyordum ki daha üzerine ne sahneler gördüm.

29 mayıs istanbul'un fethi oluyor. saltanat, hilafet gibi kavramların hayranları olan bir grup genç yani anadolu gençlik derneği fetih kutlamaları sebebiyle inönü stadı'da etkinlikler düzenledi. bir grup diyorum ama türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütüymüş. öyleyse bitmişiz. neyse.

aynı gün inönü stadı'nın biraz ilerisinde maçka küçükçiftlik parkı'nda miller freshtival oldu. festivale giderken gördüğüm yaya ve otobüs kalabalığını aceleden anlamamışım, festival kalabalığı diye düşündüm.

en güzel sahne festival çıkışındaydı. son konserin bittiği zamanla, staddaki etkinliklerin bitişi aynıymış.

erbakan'ın geldiği ve haleflerinin de dadandığı etkinliğin çıkışına karışan bir grup zibidi genç garip bi sentez oluşturdu. çarşaflı kadınlar, türbanlı küçük kızlar, sakallı-şalvarlı abiler, onların sakalsız versiyonu minikler ve nasıl hem rahat görünür hem de şık olurum diyenler, jartiyerliler.. (buraya fotoğraf koyayım derken böyle bir şey gördüm) biz onlara "bunları görmüyoduk bir süredir" diye soyu tükendiğini sandığın bir türe bakarken onlar da "bizim fatih'te hiç böle bacılar yok" diye televizyonda tecrübe ettiği ve gerçek olduğunu öğrendiği bir türe bakıyorlardı.

ve aslında güzeldi. kimse kimseyi rahatsız etmedi. belki korkudan -çünkü iki taraf da çok kalabalıktı-, belki görgüden. ilginçti ama güzeldi. benim için bile atam. evet varlıklarından hoşlanmıyorum ama varsalar da gidip şehrin bir şehrinde kendi dünyalarını kurmalarındansa bu daha güzeldi. gece onları görmek güzeldi bi de. iki taraf da kendi hayatını yaşamış, eğlenmiş evine dönüyodu.

derken..

bir süre sonrasında da flotilla olayı patlak verdi. tam bir hafta önce de "bu ihh de ikinci deniz feneri" diye konuşurken zaten flotilla'nın gideceği, ne zaman gideceği belliymiş. cehalet kötü.

olaydan sonra herkesin milliyetçiliği, dinciliği, anti-israilciliği, anti-filistinciliği her şey ayyuka çıktı. muhafazakar dediklerinin radikale yakın dinci, sosyalist sandığının ulusalcı, fakir dediğinin zengin düşmanı vs gibi uçlarda olduğunu kaptın. önceden "ay yazık fazla dindar" dediğin, hiç politikaya girmesen mutlu mesut takıldığın insanlarla papaz olman gerekti. keza içlerindeki nefret dışa akmak zorundaydı.

"bu akp'ye kime oy veriyo ben anlamıyorum"cular anladı-m. fetih kutlamalarında erbakan görme heyecanıyla doluşan heyecanlı kitlenin daha çoğunun sinirle sokaklara aktığı, sorsan aslında hiç milliyetçi ve ulusalcı ya da dinci olmayanların da onları taklit ettiği bir dönem yaşandı. ama söz konusu olan bir türk gemisiydi. kabul edilemezdi. israil ilk defa bir gemiye izin vermiyordu. aman allahımdı.

o denklem zaten saçma, ben mi saçmalıyorum şakşakçılar mı değil konumuz.

mevzu şu aslında: ben tam "bence böyle iyiyiz." derken alt metinlerini görünce yine hemen göt oldum. aslında sevilmicek bişeyi seviyosam, hoşlanılmicak bişeyden hoşlanıyorsam hemen göt oluyorum. şuna muadil: birinden bahsediyorduk, herkes (sayıları on binleri bulan iki kişilerdi) onu ne kadar sevmediğinden bahsederken, ben aslında sevdiğimi söylüyordum. bu şahs-ı bahis iki gün sonra delirdi ve ben kimi sevip kimi sevmemem konusunda yine dersimi aldım. bu dinciler de böyle, sevmeye gelmiyor.

Jul 2, 2010

kamuran

küçükken mimar olmak istemediğim zamanlarda arkeolog olmak isterdim.

şimdi mimar olmak istemediğim zamanlarda etimolog olmak istiyorum. ya da nasıl anılıyorlarsa.

en büyük eğlencem fıkradan önce fırat, fırat'tan önce türkçe kelimelerin nasıl da fransızca olduğu. mesela "damacana" ve "dame de jean" arasındaki ilişki beni 3 yaşında gibi güldürüyor.

komik olmanın ötesinde en güzeli yabancı isimlerin türkçe karşılığı. david-davud; joseph-yusuf gibi sıkıcılaşmışlarından bahsetmiyorum.

bünyamin-benjamin keşfettiğimde bence edison'dan daha mutluydum. bunu ben mi keşfetmiştim acaba?! geçende de özen'den duydum, cameron-kamuran diye. özgüç'tenmiş. william-guillaume var misal ama bunun türkçesi ne. e azizimin vardır bir türkçesi.

istiyorum ki ben havuz olayım bu bilgiler havuzda toplansın. bekliyorum.



gelecekten edit: paul de polat'mış misal.

Jun 23, 2010

içimi kastın akşam akşam

spoiler vermiycem izlemediyseniz daralmaya gerek yok.

internete bi haller oldu, bi sürü site kapanınca kullanıcılar mı azaldı bilmiyorum birden bi hızlandı, filmler 300 - 500 - 300 - 500 geliyo. "tek başımayım aralarında en gudik olanı izleyeyim madem" dedim ve en gudik romantik komedi olan olduğuna inandığım "remember me"yi izledim.

robert pattinson çılgınlığını anlayabilmiş değilim, twilight'ı ise zaten görmezden geliyorum. hiç beğenmiyorum, hala da beğenmiyorum.

fotoğraftaki bayan her ne kadar burdan -bence- gwyneth paltrow'a benzese de lost'un claire'i. aynı aksanın seyreltilmiş bir haliyle aramızda. biz de new york'luyuz ya.

film insanı daran bir sahneyle başlıyor. romantik komedi ne kadar dram gidebilir çözülür düzelir dedim, film içindeki vampir çocuğun sorunlu gençliği bitmedi, ya zaten ne çirkin çocuk sinirlenince daha da çirkin oluyo. neyse, senaryoda biraz türk filmi esintileri var. ya da bu kadar çok türk filmi oldukça biz paranormal olmayan her senaryoya türk filmi diyebilecek kudreti damarlarımızdaki asil kanda bulucaz.

her şey güllük gülistanlık romantik komediye bağlamışken sonu da zaten bi garip. garip yerine bana verdiği hissiyatı spoil etmemek adına söylemiyorum.

bi de kız 81li çocuk 86lıymış, nasıl bir çift ise. izleyin bence duygusal insanlarsanız. tamam duygusal kızlarsanız.

şu gudiğin filminden etkilendim diye ayrıca bi etkilendim kendimden.