ya benim bir derdim var ya da insanlığın derdi beni de vuruyo.
annem, en yakın arkadaşım, 2. 3. derece pek yakın arkadaşlarım, vakti zamanındaki yakın arkadaşlarım, kendini bana yakın sanan arkadaşlarım ve bazen de ben bizzat kendim ve irene'de gördüğüm bir hastalık var. pınar'a dertlenmek. kendimden bahsediyorsam hande'ye, enise'ye dertlenmekten bahsediyorum. derdin anlatılması ya da bunun benim içimi kasıyor olmasından öte, hikayenin orada son buluvermesi.
hayatımın kadını annem misal, ne zaman ki bir derdi vardır, benimle paylaşmaya bayılır. ne zaman ki o dert yoktur, ben dertli bileyim de anlayışlı kız olmaya devam edeyim diye mi bilmem o sevinç benimle paylaşılmaz. giden parayı bilirsin, geleni bilmezsin misal. banyo kırılacaktır bilirsin, banyonun bi boku yoktur sonradan belki duyarsın.
hande ikinci misal. bu arkadaşın arada başı belaya yakınsıyor. mesleğinin avukat, iş arkadaşlarının avukat, hakim, savcı olduğunu düşünürsek sevimsiz dertler olabiliyor. bir anda gelerek bana başının belada olduğunu müjdeler ve gider. ben o derdi %100 düşünce gücümü kullanarak uzaklaştırmaya çalışırım. o bana gelen kötü haber kendini feshettiğinde ise nedense aynı hızla öğrenemem.
derdim sevgililer. benim değil, birilerinin sevgilisi olanlar. birinci dereceden tanıdıklarım ya da hatta sevgililerinden tanıdığım insanların bana hayatlarındaki insanlardan dert yanmasından aslında daralmıyorum. iyi meraklıdan iyi dinleyici olur. ukaladan iyi akıl fikir verici olur. bunların hebsi bende mevcut. özel hayata saygı gibi bir kavramım da yok. insanlar bana gelip, 'şöyle boktan sevgilim var', 'böyle asil duygunun insanıyım ama karşılığını göremiyorum.' gibi dertlerinden bahsediyorlar. saf ve iyi insan olduğumdan heralde bir üzülüyorum ki sorma atam. haliyle nefret ediveriyosun o karşı taraftan. ettiği laflar, davranışları vs vs. ona gıcık oluyosun ve ona laflar hazırlıyosun. 'acaba müdahil mi olsam lan?' falan diyiveriyorsun. çocukluğuna inmeye çalışmalar yine bi akıl vermeye çalışmalar sürüyor gidiyor. güya o ilişki orada bitmiştir, bir daha asla olmazdır. bi taraftan dürüst olup 'sittir lan ağlaya ağlaya biter mi?' diyesin geliyor, ama suyuna gitmen de gerekiyor. orada kendinde aradığı o güveni de vermen gerekiyor. hayatımın son baharında kaç arkadaşıma rol kesmesini söyledim haddi hesabı yok. kendimle de arkadaşız biz iyi aramız. sürünsün diye arkasından küfrettiğim insanları da aslında tanırım ve severim mi? evet. peki bu dişiler bu süründürmeyi yapabildiler mi? hayır. ben yapabildim mi? o da hayır. keza ben burada bu ayrılamama güdüsünü suçlamak istemiyorum. arkadaşı gönderiyorsun, üç vakte kadar duyuyorsun ki o tarafta midede bi kelebekler, havada bi etek uçları. sen ettiğin nefretle kalıyosun. burada ilk sendroma bağlanıyoruz, derdini paylaşmayı seven ama dermanından söz etmeyenler. bir süre sonra bakıyorsun ki o coşkudan o nefrettin eser yok, onlar sarılıp sarmalanıyor, seni sarıp sarmalayan yok tabi sende nefret baki.
1. sözüm hollywood'a. insanların hayatlarındaki insana kızdığı zaman her gaza gelip, tek taraftan dinleyip nefrete gark olmayın. biz insanoğlu böyleyiz. birimiz öyle birimiz böyle birimiz şu bu o.
2. sözüm kızlara. ya bi savaştan çıktıktan sonra ganimetin çoğunu alıcam diye hayatınızdaki insanı harcamayın ya da söylediklerinize kendiniz de inanın ve o ilişkiden çıkın. sonra harcanan insanın çok da suçlu ya da en azından tek suçlu olmadığını ve 'aslında sevgilim çok iyidir.' diye göstermek zorunda kalındığından 'ben de şöyle yaptıydım.' diye ağzındaki baklayı sonradan çıkarınca iyi olmuyo. zaten anlattıkların birebir doğruysa sen ilerde kocandan dayak da yersin.
burda anlatılan hikayede hebimiz gerçekiz. 'lan benden mi bahsedio?' diyosan değilizdir.
hadi bunları dinlemedin. ama şunu dinle:
asla ama asla ama asla asla aslaaaa bana anlattığın gibi annene anlatma. orda biter. çünkü annen senin için bişeyin olmasını istemiyorsa o olmuyor, ya da tam tersi işte anladın sen onu.