Feb 23, 2010

şaka haber

yeliz'den ilk duyduğumuzdan sonra akıl edip ziyaret etmek biraz vakit alsa da, geç olsun güç olmasın.

i heart zaytung.

geçen aylarda şöyle bir haber var olan şu haber aklıma geldikçe gülüyorum:
"Hemoroid Hastalarının Oturma Eylemi Kanlı Bitti."

bugün de şunu gördüm twitter'da sedat'ın verdiği link üzerine:

"Boğaziçi Üniversitesi Beyzbol Takımı: Biz Biliyoruz da mı Oynuyoruz?"

bakmamayı unutmamamız lazım.

Feb 14, 2010

recep ivedik

çok merak ediyorum bu insan neden bu işe devam ediyor. çevremde recep ivedik'e gülen insanlar var. ön yargı yapmayalım dedik, annemin yengesi-arkadaşının da gazına gelip 2.sini izlemeye gittik. 15 dk. dayanabildik. beni oraya götüren 2006'ya şahan videoları izleyerek girdiğimiz gerçeğiydi. bu bi zeytin dalıydı, yapamadım tükürdük çıktık.
şunu demekte yarar vardı, utansam da, ben "RECEP İVEDİK KAPATILSIN" entellerinden değil, ona para veren krolardanım. parasını verdim konuşuyorum.
2005lerde tanıdığımız, 2006ya bir ispanyolu dışlayarak birlikte girdiğimiz adam komikti, adam zekiydi, karakter tipsiz olsa da film iyi olabilirdi. ki aslında olamadığını tahmin etmemek bizim cahilliğimiz olmuş. zannediyodum ki "komik ya aslında diye serzenicem. beğenmeyenlere "ay ne özentisiniz" diye saldırıcam.
o kadar komik karakter arasından neden en dandiğini seçip onu daha da dandikleştirmiş anlamak zor. film sektöründen sana kültür katmasını beklemeyen bir insan dahi de olsan ya da arada sadece boş boş gülmek istiyorsan bile neden böyle bir filmi tercih edersin bilmiyorum.
şahan'ı izlediğimde filmi öyle anlatıyor ki yaptıklarının gerçek olduğuna inanırsan ki muhtemelen gerçektir, yok karikatürcülerle çalışmış ve dekolarları, replikleri karikatürcülerin yardımıyla yapıyormuşlar. bir anda o hissiyatı kolay verme sanatı adına.. emeğine yazıkmış.
ben bu "recep ivedik 2 sendromu"mdan sonra gora'yı izledim. aynı ön yargıyla. velhasıl güldüm anasını. adam hareket çekti ben dağıldım. tahta dedikçe gülüyorum.
şahan'ın zekasında sorguladığım nokta şu: sadece para için bu kadar seviyeyi düşürmez insan. seviye derken, öyle bir seviye ki bi daha istesen de çıkamazsın.
yönetmen kardeşini anlayabiliyorum. ordan kazandığı parayla istediği filmi çeker ve recep ivedik başına bela olmaz. keza sorun filmde değil karakterde. ama şahan bi daha film yapar da ben bi daha:
giderim.

küçükken sitede bi laf ederdik "osuruğa gülenin osuruk kadar aklı yoktur." al sana özlü söz.

Feb 12, 2010

kuzey ve soğuk

hulyaco ile eve dönüş yolunda soğuğa birlikte maruz kaldığımızdan olsa gerek bi havadan sudan konuşur oluyoruz ilk 5 dakika. şunu keşfettik: soğukta trafik yok, gereksiz adam yok. burdan şu çıkıyor, işi olmayan bi sürü gereksiz insan var sokakta. arabasını gereksiz kullanan da pek varmış. kar adı geçti mi herkes toplu taşımayla taşınıyor, yollar boş oluyor.

burdan kuzey'de hayatın neden bu kadar refah olduğunu bilmem anlatabildim mi?

Feb 7, 2010

iş ilanları

arkitera'da ilanlar çıkmaya başladıkça iş aramasam da bi sevinç kaplıyor içimi. hiç birine başvurmak zorunda olmamanın da huzuru mükemmel, bi ofiste çalışıcak olma fikri ise gün geçtikçe daha uzak.

aralarından birine kuzenimin tanıdıkı olduğu için bi kere görüşmeye gitmişliğim var. krizin en yoğun hissedildiği zamanlardan biriydi. projeleri dubaik. "kriz nedeniyle 3 kişiyi işten çıkardık ama yeni gelenlere açığız." diyordu adam. türkçe meali, "kriz yüzünden adam çıkardık, ucuza yenilerini alıyoruz." oluyor. hani safsanız ve kötülük konusunda desteğe ihtiyacınız varsa. yani birini işten çıkarırken varolan kriz, yeni birini almaya engel olmuyor. bunun akabinde de ona vereceğin parayı düşünürken yine kriz var. bu ofiste herkese 3 ay deneme süresiymiş. bu sırada önerdiği para komik. ama 3 ayı açarsan önerdiği hala komik. hatta denenmiş ve tecrübelenmiş olduğunu düşünürsen daha da komik. o an 'bırak yeaaa' demek zor, tabii ki bunları yüzüne demek daha zor. bir daha aramıyorsun o anlıyor diye düşünüyorsun, iş aramadan bunu yaşadığını göz önünde bulundurup aramaya da inanmıyorsun.

en büyüğünden en küçüğüne, en dışardan büyük sandığın ama küçük olan ofisten en dışardan küçük sandığın ama büyük olan ofise kadar hepsinde çoğunda bir şuursuzluk söz konusu. "bu adam benim bu boktan projelerimde niye çalışsın?" diye sormuyor. projeleri ya da onu yürütüş şeklinin boktan değilse de "bu adam benim kaprisimi neden çeksin?" ya da "bu adam benim verdiğim 3 kuruş parayla nasıl tatmin olsun?". tecrübe ettiğim "benimle çalışmak onurdur, çok şey öğretiyorum." fikriyatı aslında tam tersi de düşünülmesi gerekiyor. zaten çok şey öğretmek herkesin yapabildiği bir şey değil. bir ofiste ne öğreniyorsan kendi kendine öğreniyorsun, özellikle patron sıfatındaki insanın sana bir şey öğretmeye takati ve vakti ve şevki de olmadığınu göz önüne alırsak küçük ofislerde ise sana bir şey öğretecek kapasitede de kimse yok. her yaptığını kendi kültür, beceri ve zekanla yaptığın bir ortamda aslolanın aslında ofisin değil senin kapasiten olduğunu anlayanı herhalde daha pek çıkmadı.

çevremde "ne olursa olsun çalırım." diyen bir mimar ya da adayı görmememe rağmen (ya da benim arkadaş seçmedeki faşistliğim) nedense ofislerde o sundukları işe muhtaç olunduğuna dair bir his var. bu kadar insanın sürekli bu kadar çok iş değiştirmesinin ardında aranan pis düşünce, aslında senelerden beri varolan şirketlerin işini büyütmediği halde sürekli çalışan aramasının altında aranmalı. işini büyütse de aranır ya aslında.. yani madem o kadar büyüksünüz, madem sizinle çalışmak büyük zevk ve herkes sizden çok şey öğreniyor, "neden sürekli birileri sizi terk ediyor ve düzenli olarak iş başvuruları yağmıyor?" diye sorasım geliyor.

aslında iş ilanlarında bahsedilmeyen ama bahsedilse dürüstçe olacak olan bu:
  • üniversitelerin auto-cad, photoshop ve 3 boyutlu programların kullanımı teşvik edilen bölümlerinden mezun mimar, mühendis, profesör olabilir nasılsa hepsi söyleneni çiziyor olacak,
  • saat 9:00'da işte olacak, olmazsa tip tip bakarım ama 19:00'da o bana tip tip bakarsa baksın zaten ben 19:00'a kadar kalmam ki,
  • uykuyla çok arası olmayacak,
  • cumartesi kesin, pazar belki çalışacak,
  • güzel olacak, presentablo gibi olacak ama sevgilisi olmayacak,
  • politik görüşü varsa da benimkinden olacak,
  • çevresi geniş, sosyal ilişkileri kuvvetli ama dışarıda onlarla pek görüşmeyen bütün sosyal aktivitelerini ofis komünitesi içinde çözebilecek,
  • zengin bir aileden gelecek, farklı zevkleri olacak, diğer çalışanlardan daha x, y, z olacak beni şaşırtacak, yurt dışı görmüş olacak ama bu gibi zevkleri için parayı babasından almaya devam edecek,
  • hem genç hem tecrübeli olacak, kafası çok çalışacak ama kafası daha az çalışanlardan daha az bildiğini sanacak,
  • beni sevecek, esprilerime gülecek, kızdığımda bozulmayacak ama bazen ağlayacak ama istemediğimde de ağlamayacak,
  • erkek adaylar için askerliğini yapmış ya da bir şekilde muaf; kadın adaylar için çocuğunu doğurmuş, tercihan 20'li yaşlarda menopoza girmiş ve buhranlarını atlatmış mal aranıyor
not: adaylar, aldıkları eğitim, kullandıkları program, bildikleri dillere, zeka pırıltılarına göre işe alınırlar ama emeklerinin karşılığı bunlarla ölçülmez bizim kendi ölçü birimlerimiz var.

Feb 5, 2010

kriz yönetimi

kendi krizin olduğunda "derdini veren allam yareppim dermanını da veriyor hamdolsun." önermesinden mi yoksa "başa gelen dert çekilir." diye mi yönetebiliyorsun bilmiyorum. bilim adamları araştırıyor.

başkasının krizini yönetmek başlı başına bir dert. o kriz seni teğet geçse düşüncesizlikten, içine girsen yine düşüncesizlikten cezayı yiyorsun. her seferinde de bu seferki müebbet olsun diye umuyorsun. ama biri gelip de "ölüyorum." dediğinde "uzakta öl sana zahmet, beni şahit yazdırma" demek zor.

ya dışındayımdır çemberin ya içindeyim gibi basit bir denklem değil bu. havayı koklayıp nerede müdahil olman gerektiğini çözebilme sanatı gerektirir. bu krizin mimarları yalnızken seni en mahremine kadar olayın içine sokup, bu yalnızlığı atlatınca da, kendiliğinden olayın dışana çıkıp "sizin özeliniz ben karışmam." erdemine yakınsamanı bekliyor. hangi noktada çekilmen gerektiğini bilmek bu mevz-u bahis sanat. bu da bilmiyorum "stalker"lık mı gerektiriyor?

asıl erdem zaten hangi tarafa danışmanlık edeceğini bilmek. oyuncular fair playden bi haber "o beni formamdan çekti", "o da benim anneme küfretti gibi" isyanlarla gelirken takınmadığın kayırıcı tavrına oyun sonunda pişman oluyosun hakem olarak. çünkü iki taraf da "bu hakemlerle lig bitmez." argümanıyla geliyo, oysa topsuz alanda olanları bi sen biliyosunuz ki konuşursan zaten türkiye sallanır.

insan kendi kriziyle kendinden ya da kriz eşinden nefret etmeden başa çıkabiliyor ama başkasının krizinden bişeyleri eksiltmeden çıkamıyor. krizin tarafları sorunu çözer yeni krizlere yelken açmak üzere seyirlerine devam ederken sen dünyada en az birisini artık daha az sevdiğinle kalıyorsun.

bu da böyle kişisel bir mesajımdı. geri al uğurcum.

insanoğlu çeşit çeşit

ya benim bir derdim var ya da insanlığın derdi beni de vuruyo.

annem, en yakın arkadaşım, 2. 3. derece pek yakın arkadaşlarım, vakti zamanındaki yakın arkadaşlarım, kendini bana yakın sanan arkadaşlarım ve bazen de ben bizzat kendim ve irene'de gördüğüm bir hastalık var. pınar'a dertlenmek. kendimden bahsediyorsam hande'ye, enise'ye dertlenmekten bahsediyorum. derdin anlatılması ya da bunun benim içimi kasıyor olmasından öte, hikayenin orada son buluvermesi.

hayatımın kadını annem misal, ne zaman ki bir derdi vardır, benimle paylaşmaya bayılır. ne zaman ki o dert yoktur, ben dertli bileyim de anlayışlı kız olmaya devam edeyim diye mi bilmem o sevinç benimle paylaşılmaz. giden parayı bilirsin, geleni bilmezsin misal. banyo kırılacaktır bilirsin, banyonun bi boku yoktur sonradan belki duyarsın.

hande ikinci misal. bu arkadaşın arada başı belaya yakınsıyor. mesleğinin avukat, iş arkadaşlarının avukat, hakim, savcı olduğunu düşünürsek sevimsiz dertler olabiliyor. bir anda gelerek bana başının belada olduğunu müjdeler ve gider. ben o derdi %100 düşünce gücümü kullanarak uzaklaştırmaya çalışırım. o bana gelen kötü haber kendini feshettiğinde ise nedense aynı hızla öğrenemem.

derdim sevgililer. benim değil, birilerinin sevgilisi olanlar. birinci dereceden tanıdıklarım ya da hatta sevgililerinden tanıdığım insanların bana hayatlarındaki insanlardan dert yanmasından aslında daralmıyorum. iyi meraklıdan iyi dinleyici olur. ukaladan iyi akıl fikir verici olur. bunların hebsi bende mevcut. özel hayata saygı gibi bir kavramım da yok. insanlar bana gelip, 'şöyle boktan sevgilim var', 'böyle asil duygunun insanıyım ama karşılığını göremiyorum.' gibi dertlerinden bahsediyorlar. saf ve iyi insan olduğumdan heralde bir üzülüyorum ki sorma atam. haliyle nefret ediveriyosun o karşı taraftan. ettiği laflar, davranışları vs vs. ona gıcık oluyosun ve ona laflar hazırlıyosun. 'acaba müdahil mi olsam lan?' falan diyiveriyorsun. çocukluğuna inmeye çalışmalar yine bi akıl vermeye çalışmalar sürüyor gidiyor. güya o ilişki orada bitmiştir, bir daha asla olmazdır. bi taraftan dürüst olup 'sittir lan ağlaya ağlaya biter mi?' diyesin geliyor, ama suyuna gitmen de gerekiyor. orada kendinde aradığı o güveni de vermen gerekiyor. hayatımın son baharında kaç arkadaşıma rol kesmesini söyledim haddi hesabı yok. kendimle de arkadaşız biz iyi aramız. sürünsün diye arkasından küfrettiğim insanları da aslında tanırım ve severim mi? evet. peki bu dişiler bu süründürmeyi yapabildiler mi? hayır. ben yapabildim mi? o da hayır. keza ben burada bu ayrılamama güdüsünü suçlamak istemiyorum. arkadaşı gönderiyorsun, üç vakte kadar duyuyorsun ki o tarafta midede bi kelebekler, havada bi etek uçları. sen ettiğin nefretle kalıyosun. burada ilk sendroma bağlanıyoruz, derdini paylaşmayı seven ama dermanından söz etmeyenler. bir süre sonra bakıyorsun ki o coşkudan o nefrettin eser yok, onlar sarılıp sarmalanıyor, seni sarıp sarmalayan yok tabi sende nefret baki.

1. sözüm hollywood'a. insanların hayatlarındaki insana kızdığı zaman her gaza gelip, tek taraftan dinleyip nefrete gark olmayın. biz insanoğlu böyleyiz. birimiz öyle birimiz böyle birimiz şu bu o.

2. sözüm kızlara. ya bi savaştan çıktıktan sonra ganimetin çoğunu alıcam diye hayatınızdaki insanı harcamayın ya da söylediklerinize kendiniz de inanın ve o ilişkiden çıkın. sonra harcanan insanın çok da suçlu ya da en azından tek suçlu olmadığını ve 'aslında sevgilim çok iyidir.' diye göstermek zorunda kalındığından 'ben de şöyle yaptıydım.' diye ağzındaki baklayı sonradan çıkarınca iyi olmuyo. zaten anlattıkların birebir doğruysa sen ilerde kocandan dayak da yersin.

burda anlatılan hikayede hebimiz gerçekiz. 'lan benden mi bahsedio?' diyosan değilizdir.

hadi bunları dinlemedin. ama şunu dinle:
asla ama asla ama asla asla aslaaaa bana anlattığın gibi annene anlatma. orda biter. çünkü annen senin için bişeyin olmasını istemiyorsa o olmuyor, ya da tam tersi işte anladın sen onu.

atam kalk

Bu ülkede sol diye geçinen partilerin beceriksizliği sağ bildiğimiz partilerin şuursuzluğu birleşince ortaya iç kasıcı manzaralar çıkıyor.
Doğayla nişanlı, eski CEO'su WWF Türkiye'nin başındaki sözde yeşil garanti, hasankeyf'i sular altında bıraksın diye Ilısu Projesi'ne kredi veriyor.
Konuyla ilgili daha fazla bilgi için Facebook'taki grubu takip edebilirsiniz.
Bu bankaların abesliğinden bahsedilmişliğini de buradan okuyabilirsiniz.
Veysel Eroğlu çok azimkar, durduramıyoruz.