emek'in doğumgününü kutladığımda dediklerine istinaden geldiydi bu fikir. bildiğimi biliyordum gibi. yazdığımı yazamadım o zaman gibi...
zaman eksenli çok fazla hayal kırıklıklarımız var. sanırım özellikle bizim kuşağın başına gelenlerle. bu başımıza gelenler doğumumuzdan bir süre öncesini de kapsıyor ve bir şekilde teknolojinin atılım, ekonominin çöküş yaptığı yıllardayız bir 30-50-60 yıldır. belki renkli televizyon, belki cep telefonu, belki stanley kubrick, kuvvetle muhtemel adnan menderes [yukardaki 60 sana gelsin adnan] ve kesin ve net biçimde özal ve onu sahneye çıkaran demirel bizi bir kuple bozdu. ne olduğunu bilmiyorum ama bozum var.
çok fazla değişim yaşadık ama geriye gittiğimizden bir arpa boyu yol alamadık aslında. altın günlerinin mark gününe dönüşü gün gibi gözümün önünde. belki de kaybettiğimiz nokta oydu. şimdiki aklım o zaman olsaydı herşey çok farklı olabilirdi. 3g'ye geçişimiz hala kulaklarımda. turgut nereden koşuyor?'dan adamın mezarını ziyarete gidişimiz de hatrımda. ilkokulda şapka vardı misal, ekleri başka eklerdik.
keza bu yazının ana içeriği politik ya da yönetimsel ve hatta eğitimsel suçlular listesi değil. bahsetmek istediğim nokta zamana dair beklediklerim ve gelmeyenlerim ve bunda ağır değişimlerin ya da değişemeyişlerin bilemediğim etkisi.
en masumane ve elimde olmayan bir hayalle zannettim ki 2000'de uçan arabalarla taşınıcaz oralara buralara. 2000'ler çok uzaktı, benim olduğum 30'lar ise "ne demek?"ti. zaten stanley kubrick'in ve benim eşmantar olma durumlarımızdan sonra aynı hataya düşen de pek olmadı. sonrasında in a galaxy far far away dedi kurtuldu, zaman bildirmedi.
30'lara yaklaştığında ya da hatta geldiğinde de şu an herkes olduğundan daha farklı bir yerde olacağını sanıyordu. anne, babanın 20'sinde yaptığının bir fazlasını daha yapman zaten kaderine default olarak yazılıyor zannediyordum. onların bildiği bir dilse sen iki dil bilirsin. onlar en fazla 10 km gittiyse sen 2o km gidersin, gibi aslında şartlarını da sağladığın tezlerden yola çıkarsan babanın 30 yaşında bir evi, bir arabası olursa senin iki evin, iki araban olur durumu da oyuna başladığında sana verilenler gibi bir şey olmalıydı. olmadı.
bununla da birlikte 25 yaş çocuk sahibi olmak için geçti. 22'sinde üniversite biter, üniversitede bulduğun hayatının aşkıyla üniversiteden bir sene sonra evlenirdin.
bizim zamanımızda 3g gibi büyük ve önemli ve başka derdimiz olmayan teknolojilere geçildi ama bizden önceki nesilin genelinde büyük bir sıçrama var. ya da belki sıçrayan onlara yol açan bir önceki nesil. bazı ailelerde bir iki kuşak fark edebiliyor o ayrı. bu sıçramalar da ülke geneline her anlamda katkı sağladı mı o daha da ayrı. ama deden çiftçi, baban doktorsa bu sıçrayışın yanında senin kaymakam olman artık çok büyük bir nane değil, umarım bozulmazsın. tıpkı, deden entel, baban dantel, konu komşu sanatkar iken senin ayşe kulin olman gibi ama o başka bir konu. belki de işte yeni kurulan cumhuriyetle insanların ben çiftçiyim oğluma el vereyim okusun atatürk olsun hissiyatı bizden öncekilere yolu açandı. bize yolu açanlar da gel buyur işte hazır yemek ye diyen kendi okurken ya da okuduktan sonra ilk çalıştığı zamanlarda görmediği konforu gösteren baba.
böyle düşününce annem babam kent yerine köyde olsaydı da ben şu an emekli maaşı yerine organik besin yeseydim bu olduğumdan daha farklı bir yerde olurdum gibi de gelmiyor değil. peki annem babam köyde olsaydı benim şu an olmak istediğim yerle o zaman olmak istediğim yer arasında, yani kendimden beklentim farklı olur muydu onu da bilmiyorum. ama şu an başımı soktuğum eve, balını yediğim maaşlara [zengin durdu ama alakası olmaz] güvenmesem babamın "mimar olma aç kalırsın." demesine rağmen ortaokul hayalini orada bırakmamam da bir nevi bu rahatlığın sonucu.
doğudaki başarılı çocuk hikayeleri de o yüzden doğudan çıkarken, bizimki ablasını geçemedi seviyesinde kalıyor anasını satayım. çiftçinin doktor olmaya yeltenen oğlunun aşması gereken problemler sonunda onun, doktorun işletmeci oğlundan daha sağlam başarılara imza atmış olmasına sebep.
babamın babasından farklı bir mekanda farklı bir meslek seçmesinin onun daha başarılı olmasına sebep olmasının da yanında içinde bulunduğumuz memlekete bakınca bir de şu var:
babam babasından bir adım yerine 5000 km adım atmaya yeltenmeseydi de inşaat mühendisi olmak yerine ziraat mühendisi olsaydı da ben evde gördüğüm ozalitler yerine patates görseydim de gıda mühendisi olsaydım, mimar olmak istemek yerine. belki de ülkenin kaybettiği nokta bu oldu. tabi benim babamın mesleğinin lacivertini seçmem ideal bir durummuş gibi dursa da şu an ikimizin haline bakılırsa bizim hikaye burada eleştirdiğimiz durumun bir örneği. babamın şehir hayatına istinaden bir işte çalışması ve benim şehir hayatına istinaden hayatımda gördüğüm ve bende olmasını istediğim durum. hepimizde bir görgüsüzlük mevcut bence.
çok karıştırdım, toparlamam gerekirse aslında mevz-u bahis sadece bu:
26 yaşında annem babam kocaman insanlarken benim hala 18 yaş hissiyatım, 2000de uçacağını sandım ama uçmayan binek arabalar gibi. ablamın 22 olması da bence uygun. daha evde falan da kalmadık.
kalıcı olmayan mecralara yorum etmeyin.. http://pinarslan.blogspot.com/
5 yorum:
of, ne sıkmışın kendini be.
Aslinda pek sikmadim. Hepimiz ayni durumdayiz,surumun psikolojisi beni rahatlatiyo. Senelerden cok sey bekledik olmadi. Kismet degilmis.
annem babam şu anda emekli memur ve köyde fındık toplayıp huzura eriyorlar. senin babanın aldığı mesafeyi bizzat ben almak zorunda kaldım 15 senedir istanbulda yalnız başıma yaşıyorum ve şu el yordamıyla serbest piyasada tutunmaya çalışıyorum, yaşıtlarıma göre çok daha iyi para kazandığım söylenebilir ama bir yandan da mide ağrıları başladı ve son birkaç senedir 10-15 kilo aldım sanırım.
mesleki uzmanlaşmayı aileden edinmek, veya kapitalist ailenin kapitalist çocuğu olmak daha rahat olabilirdi evet en azından "business" nasıl yapılır bunu erkenden birileri bana öğretse iyi olabilirdi.
şöyle bir şey var sana katıldığım: "biz sıkıntı çektik çocuklarımız çekmesin" diye okuturlar, seni cumburlop diye mücadelenin ortasına bırakırlar. şimdi ben 15 senedir ailemden uzaktayım, tek başıma beyoğlunda yaşıyorum şu anda yüksek tavanlı evim ve kocaman lcd tv'm var. fakat akşamları yalnızım. ailemle vakit geçirmekte, iletişim kurmakta zorlanıyorum. peki ya annem babam beni "yürüsün bu çocuk" diyip istanbula yollamasaydı, ben de devlet memuru-öğretmen olsaydım, ailemle birlikte yaşasaydım daha mutlu olur muydum? bilmiyorum
sana elindekilerin değerini bilmeni tavsiye ederim. daha iki gün önce tünelde tarihi yapılara bakıp "mimar mı olsaydım" diyordum. küçüklük hayalin buysa onun üzerine git ve iyi bir mimar ol. işini severek yap. bugün olmasa da yarın iyi kazanacaksın.
şöyle bir laf vardı:
"laf is a journey, not a competition. stop running and enjoy the walk" .. tam olarak böyle değildi ama böyle bir şeydi.
80 sonrası serbest piyasaya atılan ve kapitalist olan bir ülkenin ikinci jenerasyonu oluyoruz biz .. bunun sancılarını çekiyoruz.
life is a journey olacaktı şekerim
sen ne yaptın ya pınar. kalan üç kuruş aklımı da, sabahın altısında şunu okurken yitirdim.
Post a Comment