üniversite hayatıyla başladı bu topluluk içinde/topluluk için çalışma durumu. o zamana kadar karnenin için sağ köşesinde duran 5 pekiyilerimizden birinin sahibiydi. üniversiteye girdiğimden beridir ki anladım ki sol tarafa almak lazımmış onu. hatta beceremeyeni üniversitelerin komün çalışma ortamı gerektiren bölümlerine almasınlar, gerekirse mezun olmasın. bu konuda da faşistim artık. ben ki alemin tembeli beni bile bezdirdiniz allahsızlar.
tembel demişken gaybanalık ile tembellik arasındaki farkı bilmek gerekir. mevzumuza bahis gaybanalar, bir toplu projede görevi diğerlerine yıkanlarla hayatıma girdi. şimdi zorlayınca kime bu yüzden gıcık olduğumu hatırlamamla birlikte sinirim geçmiş o derece uzun zaman oldu. her tembel olan gaybana olmaz. gaybanalar bunlar yüzsüz olur. ama ben bundan burada bahsetmicem dedikçe deşer oldum biri beni durdursun.
"çok çalışkanım, çok başarılıyım" diye kendine titr edinmiş ya da öyle zannettirmiş gaybanaların hiç bi işe yaramadığını görüp bilerken kendime tembel diyerek haksızlık ediyor olduğumu zaten geçtiğimiz çalışma hayatı yıllarımda gördüm. o orda bitti. şu yeni çalışma hayatımda diğer tarafın ne garip bi yer olduğunu, içindekilerin de ilginç olduğunu düşünürken onlara da haksızlık ediyor olduğumu bildim çünkü herkes içinde bir grup insanmış aslında garip olan. evet gaybanalar. platon'un dünyasında değiliz, olur böyleler.
biz tembellerin derdi kendiyle olur. misal yapmaz yapmaz son güne kalır sabahlar. ya da tek başınadır, yapmaz seneye yaparım der. ama tembeller de olsa gaybana değillerse yarı yolda bırakmazlar.
son zamanlarda sıkça yaşadığımız üzre, kendisi atlayan ya da kendisinden yeterinden fazla zaman önce "olur"unu aldığım/aldığı insanların son dakika gollerinin ardı arkası kesilmiyor. benim anlamadığım şudur ki; evet liseyi dedem de bitirir ama üniversiteyi de nasıl bitirip sonraki aşamalara gelinebildiği. sosyal zeka mı yoksa bildiğin zekanın eksikliği midir ki içinde bulunulan ya da içinde bırakılan durumun ehemmiyeti kavranılmıyor olsun. ve insanlar başlarını kuma gömerek mi o gece rahat uyuyorlar, yoksa zaten yarattıkları bu durumlarda uykusuz kalsalar hiç büyümezler miydi?
seni işe aldıkları için önceki işinle konuşup ayrılmanın akabinde "başkasıyla çalışmaya karar verenler" var bu dünyada. ya da "hocam" diye hitap ettiklerin arasında son güne gelip de hala yapmadığı iş için "ben almiyim o zaman" diyip "çayını tazeleyim mi?" diye sorulduğunu zannedenler var. hatta seni ilkokul öğretmeni (kendi ilkokul öğretmeni vadaymin) zannedip "o vardı bu vardı" diyenler var. evde gazetenin verdiği karton maketten bi süre sonra bi geridönüş alamasan annene "benim çiftliğim noldu?" diye sorman mı diye sorasımın geldiği şu noktada, yaptığı bi işin peşinde olmayanların bulundukları -bi yerde bulunmuş olmasını bişey olduğunu varsayalım- yerde nasıl bulunduklarını sorgularken, aynı seviyede -diyelim öyle olsun- bulunan bir diğerinin 3 gün sonra "bizim şey noldu?" diye sorması da idrakı iyice zorlaştırıyor. bi de bunun yanında kendi kendine, sana cevap vermeden yapması gereken işi sonraya erteleyenler olmaz mı, burda onlardan bahsettiğimize göre olur. bunlar zaten genelde "arkadaş" diye bir üçüncü kişiye anlatırken bahsettiklerinden çıkıyor. ki ben aslında bu dersi aldıydım da. aylık yayınlanan bir yayında "yazarımız kendini ne sandığını bilemediğimizi sandığımız bir sebepten yazısını yazamamıştır" denildiğinin görüldüğü bir yerler var bu dünyada heralde o dersi almamışım ben. adam değilse bir insan adammış gibi davranması daha da garipleştiriyo evrenin nefes alınan yerlerini.
*bu filmlerin hepsini gören ben değilim, alınan olursa gerçek bile varsa "onu ahmet'e sorun yahu" diycem.
Sep 16, 2009
Sep 3, 2009
kibrit
bundan 15 gibi gün önce, bulaşık yıkarken -evet o benim- camdaki tele dadanan bir kedi gördüm sanki. sanki yangından kaçıyomuş da teli yırtmazsam ölcekmiş gibi miyavlıyodu. küçük sesiyle. bir tele tırmanır bir cama doğru geçip beni de korkuttu mevz-u bahis yavru kedi. en miniklerin bir boy büyüğü. kedi sevmeyen insan olarak sinir olma ve korkma suretleriyle gerilerek camı kapadım o derece. bir yandan yemek vermek de bir "ben kedi sevmem" insanı olsam da aklımdan geçmedi değil ama kedi evin o camından girip karşıki camından çıkmak istercesine garip bi motivasyona sahipti, camı açamazdım. daha önce tecrübe etmediydim böyle bir ekşını. sonra arkadaş gelince ona dedim ki yemek mi versek. arsız ve pis ve yüzsüz hayvanlar da olsalar çok aç olmalıydı. sonra verdik, ekmek-süt. ki telli olan camla telsiz olan cam arasında demirlerin arasından patır patır koşuşundan anlamalıydım bu kedide bişey var. bişey. bir kaç gün camdan besledik. bir gün kendisine mama aldık o derece. o gün gelmemiş cenk bey dedi. içeri bi alsak mı lan muhabbetleri o gün "kahretsin biri aldı kesin" lanetine dönüşmeye başlamıştı ki cenk bey bi akşam arayıp geldi diye miiiiyy miiiyyy sesini dinletince oh be dedim. buralar anneme geliyor, umarım gidiyordur. bi de tekrar aynı mutfak telinden dadandığı bi gün kendisine su serptiydim o yüzden küstü zannettim. bazen insanlar ve diğer hayvanlar arasındaki fark anlatılırken ben ateşteyliydim diye düşünmüyo değilim. ertesi gün geldiğimde (burdaki -m de anneme gelsin) eve buyur ettik. temkinliydi. veterinere götürdük kediyi ve kendimizi sağlama alma ve sayıları 50yi bulan yüzlerce pireyi dökme sürecine girdik. ve işte benim doktora çocuğunu götüren anne gibi konuşmaya başladığımın nokta da bu oldu.
hiç kedi sevmemiş ve hiç de sevmemiş insan olarak amerika'yı yeniden keşfediyorum. "bu kedi rahat nefes alamıyor, hırlıyor amanın" gibi garip paranoyalarımın yanında "bu kedi alerji olmuş gibi ciddi tespitlerim de oluyor. istatistiklere bakıp "hahah google'a soru yazmışlar lan" demelerin akabinde google'a garip garip sorular soruyorum. örnek vermek istemiyorum. bu garip soruların %100ü kedi kelimesini içerirken, kedi kelimesini içeren aramaların tüm aramalar içindeki yüzdesi 90'larda salınıyor.
kediyle yaşayıp kavradıklarım arasında kedilerin osuruyomuş olduğunu bilmesem de olurmuş. ama bunu da çözdük abisi.
birlikte geçirdiğimiz ilk vakitlerde, koynuma yatıp, patisini burnuma koyduğu zamanlarda bir övünç vardı, "bu kedi beni annesi zannediyor haha" diye.. şimdi ise utanarak söylüyorum sanırım gariplik bende kibrit*'i 9 ay karnımda taşımışım zannediyorum.
* kibrit konusunda hala emin değilim ama oldu bi kere. hikayesi var en azından pınar gibi değil.
kediyle yaşayıp kavradıklarım arasında kedilerin osuruyomuş olduğunu bilmesem de olurmuş. ama bunu da çözdük abisi.
birlikte geçirdiğimiz ilk vakitlerde, koynuma yatıp, patisini burnuma koyduğu zamanlarda bir övünç vardı, "bu kedi beni annesi zannediyor haha" diye.. şimdi ise utanarak söylüyorum sanırım gariplik bende kibrit*'i 9 ay karnımda taşımışım zannediyorum.
* kibrit konusunda hala emin değilim ama oldu bi kere. hikayesi var en azından pınar gibi değil.
Subscribe to:
Posts (Atom)