"Sevgili Ağabey:
Mesajlarını, selamlarını sürekli alıyorum. Her seferinde ayrı mutlu oluyor, seviniyorum.
Geçen gün ne güzel söylemişsin: ‘Meslektaşım, arkadaşım, kardeşim Balbay!’
Biliyorsunuz ben de öyle düşünüyorum.
Sevgili ağabey;
Anlatacak, söyleyecek çok şey var. Ne demişler; gerçek, zamanın çocuğudur. Zaman içinde her şey yerli yerine oturacak.
Ama bir iki şeyi vurgulamadan geçemeyeceğim…
Birbirinden tamamen kopuk, değişik zamanlarda tuttuğum, büyük bölümü ham olan kimi notlarımın birleştirilip toplu bir metin haline getirilmesi, yer yer de küçük ama tüm anlamı değiştiren ekler yapılarak servis edilmesi, olacak şey değil.
Tabii Türkiye’de artık hiçbir şeye şaşırmamak gerekiyor.
Her şey bir yana; aynı zaman dilimi içinde Deniz Feneri davasıyla ilgili yayın yasağının getirilmesi, buna karşın bir gazetecinin sürdürülen operasyonla ilgili-ilgisiz tüm notlarının çarşaf çarşaf yayımlanması Türkiye’ye özgü bir çelişki.
Üstelik notlar öyle bir havada yayımlandı ki; hani bir benzetme vardır:
‘Ehliyetin yoksa, araç kullanamazsınız’.
Bu cümlede ‘ehliyetin yoksa’ bölümünü atarsan geriye ne kalır?
‘Araç kullanamazsınız’.
Vay, Balbay araç kullanamazsınız dedi, demek gibi bir şey benim karşı karşıya kaldığım durum!..
Notlar iddianameye de benzer havada girmiş…
Bunun yanında biraz açıklayıcı bilgi verince tamamen farklı yorumlanacak durumlar da var. Örneğin, Kara Kuvvetleri Komutanlığı döneminde Aytaç Yalman’ın 10 Kasım nedeniyle bir bildiri yayımlamak istemesi ve benim bildiriye ek yapmam…
Olayın aslı şu:
Yalman bütün gazetelere bildiri fakslamadı, sadece 6-7 gazeteye tek tek 10 Kasım bildirisini, bir demeç gibi verdi. Yazılmak üzere demeç verseydi nasıl cümle cümle not edecekse bir gazeteci, ben de öyle aldım. Tam anlamadığım cümleleri de sordum… Hepsi bu…
Arşive bakıldığında Kasım 2002’de birkaç gazetede (sadece Cumhuriyet’te değil) bu bildiri görülecektir.
Bu ve benzeri birçok durum var ama başınızı çok fazla ağrıtmak da istemiyorum.
Sevgili ağabey,
Burada tek kalmaktan daha önemli sorunum, yazı yazamamak. Eğer yazabilseydim, yukarıda aktardığım örneğe benzer pek çok şeye açıklık getirecektim.
Avukatımız Akın Atalay, kocaman yasa kitapları getirdi. Onlarda, tutuklu bir kişinin ‘yayın faaliyeti’ yapabileceği yazılı. Buradan olmadık yöntemler deneyerek yazı göndermek istemiyorum. Yasal hakkımı kullanmak istiyorum.
Şimdilik yasal iznin verilmesini beklemek gerekiyor.
Sevgili ağabey,
Beni en iyi tanıyanlardan biri sizsiniz... Gazeteciliği hakkını vererek yapmak ve kitaplar yazmaktan başka bir hedefim yok. Çok uzak tarihimizle ilgili araştırmalara yönelmeye başlamıştım. Bunun için tonlarla kitap almıştım. Sizin önerdikleriniz dahil… O nedenle 2000’li yıllara ayrıca eğilmekten yana değildim. Gelin görün ki, yaşam beni bugüne ayrıca eğilmeye bir bakıma mecbur etti: Mademki gazetede yer alan metinler yeter, ayrı notları artık kullanmam gerekmez diye düşünüp sildiğim ve meşhur olan notlar gündemde… Mademki; ben bu notlar nedeniyle yargılanıyorum…
O zaman o günleri ‘Gerilimli Yıllar’ başlığı altında yazmak gerekir diye düşündüm.
Notları hazırladım.
Yazı izninin çıkmasıyla birlikte bunların da okura ulaşmasını hayal ediyorum.
Sevgili ağabey,
Ankara Büro artık ete-kemiğe büründü. Herkes kendi sorumluluğunun farkında. Ama sizin ağabeylik şemsiyeniz çok çok önemli. Bunu fazlasıyla yerine getirdiğinizden eminim.
Yönetim sorumluluğu alan arkadaşlarımız da tam bir ekip oldu. Ali Yazan, Mustafa Çakır, Osman Özer… Sizi ne yorar ne üzer!
Kafiye koymadan da geçmeyelim.
Eşim Gülşah’tan, yani kızınızdan sizin, Esin Abla’nın iyilik, sağlık haberlerini alıyorum.
Sevgili ağabey,
Usul usul mektuplar almaya başladım. İlk mektup bir kartpostaldı. Cumhuriyet okuru Dr. Hüseyin, güzel bir Nâzım Hikmet resmi göndermiş. Arada seyrediyorum.
Yaklaşık 15-20 gündür gazeteleri düzenli okuyabilmeye başladım. CUMOK’ları, sevgili CUMOK’ların ‘Balbay çıkacak yine yazacak’ metnini görünce, yazmış kadar oluyorum dersem abartı olur, ama içim kıpır kıpır ediyor. İster istemez her gün, bugün şu şöyle yazılır demeden edemiyorum.
Her neyse bugünler de geçer…
Sevgili ağabey,
Size ilk mektubumu burada noktalıyorum. Elyazım çok kötü, farkındayım. Bu kadar düzeltebildim. Bunun için özür dilerim.
En kısa zamanda konuşmak, sarılmak dileğiyle...
Bütün büro arkadaşlarıma, bütün soranlara… Selamlar, sevgiler...
Size ve Esin Abla’ya sonsuz selam, saygı...
Kardeşiniz, meslektaşınız, arkadaşınız
Mustafa Balbay - 7.4.09 Silivri”
0 yorum:
Post a Comment