Aug 17, 2010

hoşlandığımız mekanlarda geçen gün

bi öncekinde de dediğim gibi filmlerde böyle içine düşesimin geldiği evler görünce dayanamıyorum. bugünümüzde de mammoth var.

filmi ilk izlediğimde de şunu yapmak istemiştim ama çabalarım doğrultusunda tek öğrendiğim filmin dışının new york, içinin ise isveç'te olduğunu öğrendim.

mammoth her şey mükemmel görünen ve bence de mükemmel olan ailenin tribe girmezsek film olmaz hallerinden bir film. kadın acil servis doktoru, adam bilgisayar oyuncusu! video game sektöründe yani. kötü değil kesinlikle. bi iç burkuntusu olmuyor değil. ama kazanana oynuyor insan o yüzden o burukluk yoksa mutlusun. spoil etmemeye çalışıyorum. çok bodoslama bir açıklaması var aslında. her neyse. bence izleyin. olmadı sesini kapar michelle williams ya da gael garcia bernal izlersiniz. hiç biri beni çekmez diyen siz aseksüeller için de şimdi evden bahsetmek istiyorum. ama insan değilsiniz o ayrı.

neyse hem güzel, hem zengin, hem de mutlu ailenin başına bişey gelmiş gibi vay başına gelenler! filmi.

yönetmen: lukas moodysson. isveçli kendisi. bundan kelli benim filmimde altta bir isveççe altyazı musallat oluyordu onlarsız olacağım diye zorladım ama olmadığı oldu. isveçce mesaj veriyorum gibi duran screenshotlar varsa da kısmet.

film new york'te geçiyo ama bu loft isveç'teymiş. bu eve asansörle çıkılıyo. terasında koşu bandı var. tabi o kısım new york'ta. evin girişinde bisikletler asılı, kocaman bir yastık var ki ailemiz üzerinde tepişsin güzel sahneler çıksın ortaya.

böyle de ne desem filme laf sokuyorum gibi ama tamamen kıskandığımdan. hatta şu an cenker'i oturttum başına izletiyorum.

bu güzel insanlar bir de güzel müzikler dinliyor tabii ki. ladytron merkezli, spoiler olmasın diye destroy everything you touch demiyorum.

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 16, 2010

hoşlandığımız mekanlarda bugün


sanırım ev mimarı olduğum için filmlerde görüp de çok beğendiğim evler kuşağında en son sardırdığım kore filmi "speedy scandal"ın büyük bir kısmının geçtiği cha tae-hyun'un evi oldu. mimari açıdan çok vurucu bir düzeni, planı olmasa da zevkle döşenmiş, iç mimarlığından çok dekorasyonunu sevdiğim bir ev. şarap kavı (paşabahçenin dilime kattığı şu kelime), bang&olefsen müzik seti.

film şener şen - ayşen gruda tarzında romantik-komik. zannımca eğlenceli. elalemin alt yazı/çeviri kabiliyetine kalmış, uzak diyarların espri anlayışı tabii ki nokta atışı yapmıyor. ama güldürüyor, iyi hissettiriyor.

beğendiğim mekanlarda geçen filmlerin mimarlarını bulmak kolay ama iş iç mimari olunca bulmak zor özellikle bi kore filminde. aradım ve bulamadım ve ben de filmden screenshotla işi halletmeye karar verdim.

filmin en iyi tarafı bence sanat yönetmeninin işi olduğunu sandığım işi yapan. jenerik konusunda top kimdeyse önünde saygıyla eğiliyorum. fikir çok yeni değil biliyorum ama uygulama hoş. ilk görsel jenerikten diğeri evden. mekan seçimleri totalde güzel, açılar da keza ama bütün filmi tekrar izleyerek screenshot alamadım.

çekik filmlerini pek sevemiyorum, çünkü insanları pek karıştırıyorum. sanırım burada ana karakterler bir kadın-bir erkek-bir çocuk gibi birbirinden farklı üç tipolojide olmasından takip etmekte sorun yaşamadım. onun da ötesinde ben sevsem de sevmesem de koreliler sanırım bu işi biliyor.

bence izleyin.

*filmde yiyilesi çocuklara ek var.

posterous'da pek çok fotoğraf var, burda yok isterseniz

Posted via email from enola is seriously gay

Aug 5, 2010

"underrate" kelimesi.

leonardo dicaprio hayatımıza güzelliğiyle giren bir erkek evladı. zamanında titanic'e giderken "ay öf leonardo olmasaydı keşke" diyip sanki gelse bize yüzüne bakmayacakmışız gibi bi havalara girmedik mi girdik. sonra filmi izleyip "allaaam ne güzel adammış" da dedim ben şahsen. şimdi erkek olarak çok beğenmememle birlikte hayranımm. adamın filmlerini izledikçe o triplerden artık çıkmak gerek. çünkü gerçekten çok çok çok iyi oyuncu.

benden güzel, biliyorum senden de.
ama yazık ki leonardo bu fiziğini korudukça;

"güzel erkek sevmem ben", "aktörleri dış görünüşüne göre değerlendirmem." diyerek -12/15 yaş arası çıtırlar hastası oluyo diye- gidip daha yaşlıcanalarına hayran olan -sanki (misal) marlon brando zamanında leonardo kadar güzel bir adam değilmiş de çatallı sesinden keşfedilmiş gibi- sırf leonardo senden benden güzel bi erkek diye oyunculuğunun değerini bilmeyecek kadınlar ve onun güzelliğini kıskanacak erkekler yüzünden oyunculuğunun değeri göz ardı edilecek.

biz 50/60'a gelince görmiyim hiç birinizi buralarda. rezil ederim torunlarınızın yanında.

beni beğenmeyenler bunu da beğenmedi hee he:
ve şimdi de inception

ps. ben gibi düşünmeyenler için ne zaman "bi bildiği olabilir" diye düşünecem atam ben?

Jul 10, 2010

gözümüz açıldı gönlüm daraldı

geçtiğimiz 29 mayıs'ta karşılaştığım sahneyi ne zamandır anlatmak istiyordum ki daha üzerine ne sahneler gördüm.

29 mayıs istanbul'un fethi oluyor. saltanat, hilafet gibi kavramların hayranları olan bir grup genç yani anadolu gençlik derneği fetih kutlamaları sebebiyle inönü stadı'da etkinlikler düzenledi. bir grup diyorum ama türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütüymüş. öyleyse bitmişiz. neyse.

aynı gün inönü stadı'nın biraz ilerisinde maçka küçükçiftlik parkı'nda miller freshtival oldu. festivale giderken gördüğüm yaya ve otobüs kalabalığını aceleden anlamamışım, festival kalabalığı diye düşündüm.

en güzel sahne festival çıkışındaydı. son konserin bittiği zamanla, staddaki etkinliklerin bitişi aynıymış.

erbakan'ın geldiği ve haleflerinin de dadandığı etkinliğin çıkışına karışan bir grup zibidi genç garip bi sentez oluşturdu. çarşaflı kadınlar, türbanlı küçük kızlar, sakallı-şalvarlı abiler, onların sakalsız versiyonu minikler ve nasıl hem rahat görünür hem de şık olurum diyenler, jartiyerliler.. (buraya fotoğraf koyayım derken böyle bir şey gördüm) biz onlara "bunları görmüyoduk bir süredir" diye soyu tükendiğini sandığın bir türe bakarken onlar da "bizim fatih'te hiç böle bacılar yok" diye televizyonda tecrübe ettiği ve gerçek olduğunu öğrendiği bir türe bakıyorlardı.

ve aslında güzeldi. kimse kimseyi rahatsız etmedi. belki korkudan -çünkü iki taraf da çok kalabalıktı-, belki görgüden. ilginçti ama güzeldi. benim için bile atam. evet varlıklarından hoşlanmıyorum ama varsalar da gidip şehrin bir şehrinde kendi dünyalarını kurmalarındansa bu daha güzeldi. gece onları görmek güzeldi bi de. iki taraf da kendi hayatını yaşamış, eğlenmiş evine dönüyodu.

derken..

bir süre sonrasında da flotilla olayı patlak verdi. tam bir hafta önce de "bu ihh de ikinci deniz feneri" diye konuşurken zaten flotilla'nın gideceği, ne zaman gideceği belliymiş. cehalet kötü.

olaydan sonra herkesin milliyetçiliği, dinciliği, anti-israilciliği, anti-filistinciliği her şey ayyuka çıktı. muhafazakar dediklerinin radikale yakın dinci, sosyalist sandığının ulusalcı, fakir dediğinin zengin düşmanı vs gibi uçlarda olduğunu kaptın. önceden "ay yazık fazla dindar" dediğin, hiç politikaya girmesen mutlu mesut takıldığın insanlarla papaz olman gerekti. keza içlerindeki nefret dışa akmak zorundaydı.

"bu akp'ye kime oy veriyo ben anlamıyorum"cular anladı-m. fetih kutlamalarında erbakan görme heyecanıyla doluşan heyecanlı kitlenin daha çoğunun sinirle sokaklara aktığı, sorsan aslında hiç milliyetçi ve ulusalcı ya da dinci olmayanların da onları taklit ettiği bir dönem yaşandı. ama söz konusu olan bir türk gemisiydi. kabul edilemezdi. israil ilk defa bir gemiye izin vermiyordu. aman allahımdı.

o denklem zaten saçma, ben mi saçmalıyorum şakşakçılar mı değil konumuz.

mevzu şu aslında: ben tam "bence böyle iyiyiz." derken alt metinlerini görünce yine hemen göt oldum. aslında sevilmicek bişeyi seviyosam, hoşlanılmicak bişeyden hoşlanıyorsam hemen göt oluyorum. şuna muadil: birinden bahsediyorduk, herkes (sayıları on binleri bulan iki kişilerdi) onu ne kadar sevmediğinden bahsederken, ben aslında sevdiğimi söylüyordum. bu şahs-ı bahis iki gün sonra delirdi ve ben kimi sevip kimi sevmemem konusunda yine dersimi aldım. bu dinciler de böyle, sevmeye gelmiyor.

Jul 2, 2010

kamuran

küçükken mimar olmak istemediğim zamanlarda arkeolog olmak isterdim.

şimdi mimar olmak istemediğim zamanlarda etimolog olmak istiyorum. ya da nasıl anılıyorlarsa.

en büyük eğlencem fıkradan önce fırat, fırat'tan önce türkçe kelimelerin nasıl da fransızca olduğu. mesela "damacana" ve "dame de jean" arasındaki ilişki beni 3 yaşında gibi güldürüyor.

komik olmanın ötesinde en güzeli yabancı isimlerin türkçe karşılığı. david-davud; joseph-yusuf gibi sıkıcılaşmışlarından bahsetmiyorum.

bünyamin-benjamin keşfettiğimde bence edison'dan daha mutluydum. bunu ben mi keşfetmiştim acaba?! geçende de özen'den duydum, cameron-kamuran diye. özgüç'tenmiş. william-guillaume var misal ama bunun türkçesi ne. e azizimin vardır bir türkçesi.

istiyorum ki ben havuz olayım bu bilgiler havuzda toplansın. bekliyorum.



gelecekten edit: paul de polat'mış misal.