May 26, 2010

türksem günahım ne?

şimdi bir şeyin önce hakkını yiycem sonra toparlicam:

zannettim ki geçtiğimiz cumartesi gecesi istanbul'da daha önce görmediğimiz bir kamusal alan etkinliği olacak.

eminönü'ye kurulan ses pavyonu açılışında sigur ros'tan jonsi şahsımın en çok ilgisini çekmek suretiyle lee ranaldo ve cevdet erek'in performansıyla açık havada bir etkinlik olacak diye bildim.

pavyon lafına memleketçe başka türlü alışmışsak da mimarlar olarak aşinayız, öğrenciliğin ilk senesinde, hoca derste küfretmiş gibi bir sırıtıyorsak da mimar olana kadar cümle içinde yeterince kullanmışızdır. yapı ölçeğinde bir tasarımcının elinden çıkan ve başka isim koyamadığımız her şeye biz mimarlar pavyon diyoruz. ülkece de expo'lardaki türk pavyonlarından kulağımıza garip tınımıyor. hayır vazgeçtim hala pavyon deyince bir hoş oluyorum evet.

ülkenin en güzel ama en kötü kullanılan alanlarının birinde bir modern tasarım olduğunu bilmek bile heyecan verici. bir de açılışında halk konseri niyetine haluk levent olmadığını düşününce tadından yenmez diye düşünüyorsun.

gitmemizin hemen öncesinde havanın bozması bana "eh alışmadık götte don durmuyor." dedirtti. çok kalabalık olacağını beklerken iyice duyurulmamış olması da yine şaşırtmadı. şartlar önyargıyla kurulmuş durumdaydı evet.

havanın muhalefet etmesine rağmen kendimi ilk buluşmaya gider gibi hissetmiştim. avrupai bir etkinlik, enstelasyon, yerleştirme bizi bekliyordu. bana bunu hissettiren bir de hıdırellez var keza. gerisi boş. ellerinde şarap kadehi, ıhım ıhım gezinmeler değil bir sokak etkinliğiydi ne de olsa.

gittiğimizde ise tabii ki gördük her açık hava etkinliğini 23 nisan seremonisi tadına çevirmek için muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki o zevksiz kanda mevcut. ortam resmen skandal. "pavyon" bütün güzelliğiyle bir tarafta duruyor. içine girilmesin diye bir tarafından sınır çekilmiş, diğer tarafından yine sınır çekilen bir tören alanı. ne dediğini "rabbime şükür" duymadığımız tören lafları. bir köşede açık havada kokteyl, bir tarafa doğru açık havada mobilya dükkanı gibi beyaz beyaz koltuklar. entel vatandaş içerde ayakta, halk dışarda, arada bir şerit. içeride köfte veriliyormuş kokteyl alanında. evet bildiğin köfte.

tabii ki müze kent eminönü kapatılan dükkanlarlarıyla günü tamamlarken etrafta hayat belirtisi sadece hamdi restoran. içki almak için uzaman, çöpünü atman için ya insanlığından ya da bir süreliğine arkadaşlarından vazgeçmen gerekiyor.

bir süre sonra sınırlar kalktı, fatih'in büyük belediye başkanı ve türevleri yok oldu. sanırım yağmurun yağmasının önemli bi sebebi buydu. yağmur programı alt üst etmişti, cevdet erek başladı. pek bir şey duymadık. 40 olduğu söylenen hoparlörlerin üçü beşi belki çalışıyordu. sonra birden daha yüksek sesli bir drum'n bass duyduk. ne neydi anlamadık. ama hepimiz ıslak sigur ros'u tanıyabilecek güçteydik. jonsi ve özür dilerim diğerinden sahnedeyken daha da cozutan yağmur ortamı resmen temizledi. gerisini ben bilmiyorum. yağmur altında bir tarafta bence sigur ros, diğer tarafta pavyonla ilk defa bir düzlüğü meydan gibi kullandık sanırım.

böylesi bir etkinliği bile 23 nisan törenine çeviren belediye, özellikle fatih belediye başkanı mustafa demir, aynaya bakınca kendinde ne görüyor belli değil. asla çözemeyiz. bu zihniyetten bir gün kurtulur muyuz muamma. bizim ülkeden cacık mı olmaz, orda ben olsam benim de yapacağım bu mu olur, benim de kanımda zevksizlik mi var çok merak ediyorum.

çok ilginçti gerçekten. aynı etkinlik sanki iki farklı olaydı. "vay be teknolojiye bak sabah bağcılar'daydım, şimdi paris'teyiz." dersin ya işte öyle bir şey.

bitmişiz biz. başlar mıyız acaba?

Posted via email from enola is seriously gay

0 yorum: